11 Haziran 2008 Çarşamba

TAKVİMLER, NEREYE?


Yaşlanıyoruz azizim, yaşlanıyoruz...
Takvimler yılın son günlerini göstermeye durduğunda; artık yirmili yaşları geride bırakmışsak, aklımızın müsaadesini beklemeden dudaklarımızdan dökülüverir bu cümle. Bir yaş daha...
Yaşlanıyoruz...
Yaşlansam ne çıkar, diyebilmek elbette bir yiğitlenme, bir yüreklilik gösterisidir; ama yıllar geçtikçe onun da pek işe yaramayacağını biliriz. Hele ömür senelerimizi gençlik, orta yaşlılık, yaşlılık diye bölümlemiş; onlara ayrı ayrı anlamlar yüklemiş ve aklımızca yeryüzü serüvenimizi pay etmişsek bu dönemlere... Şu zamanda şunları yaparım, şu dönem geldiğinde filanca şeylere sahip olurum diye sözler vermişsek kendi kendimize, artık genç kalmaktan, yaşlanmanın önemi olmadığından söz etmemiz pek işimize yaramayacaktır. Yaşlılık, nasıl olsa durup dinlenmeden ve şaşılacak bir aceleyle bize doğru gelecektir.
Ben kendi hesabıma, yaşımla hiç ilgilenmedim diyebilirim. Nasıl denir ona, oturup yaşımı düşünecek zamanım hiç olmadı. Bazen, soyut bir yaşam sürdüğümü düşündüğüm oldu. Gerçek dünyanın itiyadlarına pek aldırmadım. Bu yüzden midir bilmem, bir yaşam çizgisi üzerinde kendi yaşımı işaretlemem gerekse, nereye nokta koyacağımı da tam kestiremiyorum. Bu, hayatı çok yoğun ve dolu yaşadığım, bu yüzden yılların geçerken yüzümüzde bıraktığı izleri (Hayret, aynaya bakınca yüzümde de bir değişiklik göremiyorum.) fark etmediğim ve bir gün, bir yerde gerçeğin o soğuk ve affetmez yüzüyle karışlaşıvereceğim anlamına da gelebilir. Petrarch, yüzüme alaycı alaycı bakıp "Kandırma kendini, gençliğin uçtu gitti." diyor da olabilir bana... Ama ne olursa olsun, tutup Garfield gibi, "Çizgiler yüreklerimizde değil, yalnız alınlarımızda belirir. Çünkü insanın ruhu hiç yaşlanmaz." diyerek avunmak da istemiyorum.
Bakın şuna inanıyorum ve farkındayım: "Ne kadar uzun yaşarsanız yaşayın, ilk yirmi yıl, ömrünüzün en uzun yarısıdır..." Siz de 'evet' çekiyorsunuzdur sanırım Southey'in bu görüşüne. Çocukluk ve ilk gençliğin o altın çağına ne kadar çok şey sığıştırırız... Günler, haftalar, yıllar ne kadar uzundur bu yaşlarda... Otuzundan sonra galiba kısalmaya başlar hepsi. Tanpınar da bu gerçeğe baş eğenlerden biridir ve şöyle der: "Gençlik hayattan o kadar müstakil, o kadar tek başına bir şey ki... Fakat bunu anlamak için insanın biraz yaşlanması lazım."
Gençliğin bir taze ve renkli çağ, yaşlılığın da Eflatun'un dediği gibi biraz 'yalnızlık' olduğunu inkar edecek değiliz. Orta yaşa, yaşlılığa adım atıp da derin iç geçirmelerle gençliğini aramayanı gördünüz mü hiç? "Gençlik cidden acınacak, zavallı bir çağdır." diyen Piyale şairinin duygularını anlamak pek güçtür. Ben, onun bile bir gün, hayal ağını yirmili yaşlarına serpip 'ah!' ettiğine kaniim... Gerçi Haşim'i haklı çıkaracak, "Parlak gözler, kanlı dudaklar, renkli gür saçlar altında namütenahi ruh harabeleri" yok değildir; ama böyleleri var diye o güzelim gençlik çağını 'zavallı' görmek adalet midir?
Hoş, benim de bazen fena yorulduğumda, oradan oraya koşturup bunaldığımda, ihtiyarlara gıpta ettiğim olmuyor değil. Hani, ikindi namazını müteakip, şöyle pencere önündeki koltuğa otursam. Battaniyeyi dizlerime çekip gözlüğümü burnumun üzerine düşürerek huzur-ı kalp ile Mesnevi okusam. Ihlamur kaynatıp içsem; bir yandan da Zekai Dede'nin Hicazkar bestesine kulak versem: "Bülbül gibi pür oldu cihan nağmelerinden..." Sonra nefsim yalanlıyor kendi kendimi... Böyle oturup duracak adam mıyım ben!
Takvimler devrildikçe biyolojik yaşımızın numaratörünün döndüğü ve o döndükçe de, bizim artık gençlik limanından uzaklaştığımız evrensel bir gerçektir insanoğlunun anlaşılmaz bir safdillikle, ölümü yaşlılığın sonuna ertelemesi, yılların geçişini, ona doğru adım adım uğursuz bir yaklaşma gibi düşündürür ister istemez. Ve yaşlandıkça yaşamın kadrini bilme ve ona sımsıkı tutunma ihtiyacı da bundan olsa gerektir. "Kimse yaşamayı yaşlı bir adam kadar sermez." der ya Sophokles...
Yaşlanıyoruz azizim, yaşlanıyoruz...
Ama yaşlanıyoruz, demekle yaşlılığa ait, oralara ertelediğin işleri düşünmeye kalkma sakın. Belki de hiç tanımayacaksın yaşlılığı... Zamanını doldurmaya bak en iyisi; güzel fotoğraflar bırakmak için geride...
ALİ ÇOLAK

Hiç yorum yok: