31 Ağustos 2008 Pazar

HOŞGELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN

RAMAZANIMIZ KUTLU OLSUN

YA BİLAL, BİZİ ZİYARET ETMEYECEK MİSİN ?



Sevgisiz bir gönül, kökü ve dalları kurumuş odun olmayı bekleyen ağaçtan farksızdır. Her evin bir kapısı vardır, yürek hanesinin kapısı ise muhabbettir. Sevgiyle pişirilmeyen aş ancak mideleri doyurabilir, kal-bin ateşiyle pişirilenlerse hem gözü hem gönlü ve hem de bedenleri doyurur.

Karşı cinse duyduğunuz aşk, dönülmez yollara, çoğu zaman da uçurumlara götürür. Sınırları zorlayan istek ve arzu, kontrol mekanizmasını ortadan kaldırır. Beşeri aşkta haram ve helaller göz önünde bulundurulmadığı için iki tarafı da felakete sürükler.

Birbirlerini Allah (c.c.) ve Rasülü (s.a.v.)'nden daha fazla seven aşıklar kavuşamazlar, kavuşsalar da anlaşamazlar. En azından içinde yaşadığınız topluma bakarsanız bunu açık ve net bir biçimde görebilirsiniz. Birbirlerine aşırı derecede bağlanan aşıklar bir araya gelemezler. Dıştan görünen sebepler genelde ailelerin onay vermediği şeklinde ortaya çıkar, sonuç hüsrandır.

Oysa asıl sebep; muhabbet nehrinin yanlış mecraya yönlendirilmesinden dolayı, Yüce Kudret tarafından ikaz edilmeleri, anlamadıkları takdirde de ondan mahrum bı-rakılarak cezalandırılmalarıdır. Dünyayı, malı, makamı ve şöhreti ya da karşı cinsi Allah (c.c.)'tan daha fazla seven-ler bu arzularına ulaşamazlar, ulaşsalar bile bu, onları felakete sürükleyen bir sebep olur.

Diğer taraftan birbirlerini (ukba sevgisini hesaba katmadan) arzulayanlar kavuşsalar da bu birlikteliği devam ettirmeleri mümkün değildir. Çünkü insanüstü bir sevgiyle bağlandığınız maşukun gün geçtikçe beşeri zaaflarını görecek ve bağlılığınız yavaş yavaş zayıflayacaktır. Sonuçta anlaşmazlıklar büyüyerek tahammül edilmez boyutlara ulaşacak ve en önemli direk olan saygı direği yıkılarak, nihayet ayrılık kaçınılmaz olacaktır. Hayatınıza bir göz atın; neyi, Sonsuz Kudret Sahibinden daha fazla sevmişseniz, ondan mahrum bırakıldığınızı görürsünüz.

Allah (c.c.) için bir araya gelenlerse, Yunus'un ifadesiyle; "Yaratılanı Yaratandan dolayı severler." Siz bir in-sansınız ve değerlisiniz fakat karşınızdakiler de insandır, en az sizin kadar belki sizden daha fazla kıymetlidir O'nun katında. İkili ilişkilerinizde her şey O'nun rızası için olunca, O'nun rahmet ve ülfetiyle aranızdaki muhabbet bağı daha da kuvvetlenecek, sonuçta sevginiz, İlahi aşka götüren bir yol olacaktır.
Sevgi insanlar arasındaki öyle bir bağdır ki, hem dün-yada ve hem de ukbada devam eder. "Birbirinizi sevmedikçe gerçek mü'min olamazsınız." buyurur Gönüller Sultanı. Sevin, tüm Müslümanları sevin. Cennette de beraber olacağınız insanlardan uzak durmayın. Eğer mü'minlere en başta öğretilenlerden biri de sevgi olsaydı, kendi metoduyla çalışmayanları dışlayan hatta tekfir edecek dereceye kadar çıkan cemaat fertleri oluşmazdı.

Mevlâna’nın tabiriyle; gönlünüzü bütün insanlığa açın. Sevmediğiniz insanların, Kâinatın Rabbini ve O'nun elçisini tanıması için bir çabanız olur mu? Gönül âleminiz muhabbetiniz nispetince genişleyecektir. Temâşâ ettiğiniz güzellikler o oranda çoğalacaktır.

Gerçek sevgiyi tesis edemeyen toplumlar hümanizm oyalaması ile kendi kendilerini kandırmaya çalışırlar. ABD ve Batı toplumu büyük bir çıkmazın içinde bocalamakta. Muhabbetin kaynağına inemeyenler hümanizm (insan sevgisi) üzerinde yoğunlaşarak güya toplumu ayakta tutmaya çalışıyorlar. Oysa sevginin kaynağı ruhtur, ruhun gıdası da onu yaratan Rabbinin sevgisidir. Batı toplumunda insanlar birbirlerini seviyormuş gibi görünerek âdeta rol yaparlar. Çoğu defa da sözler, hal ve hareketler sırıtır kalır. Çünkü hiçbir taklit aslının aynısı olamaz. Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.)'den habersiz toplumlarda bir tek sevgi aracı vardır; o da paradır, maddiyattır.

Müslüman toplumlarda ise, inancın zayıfladığı devrelerde onun yerini yanlış âdet ve görenekler doldurur olmuştur. Özün-deki sevgiyi aslıyla göstermenin zül sayıldığı toplumlarda kupkuru bir saygı ifadesiyle onun yeri doldurulmaya kalkışılmıştır. Bugün hâlâ büyüklerinin yanında konuştuğu için veya çocuğunu sevdiği için aşağılanan insanlara rastlamaktayız.

Orta yaşlı bir tanıdığımın anlattıkları hâlâ kulaklarımda çınlamakta; “Ben, bu yaşıma geldim ama hiçbir zaman annemden ya da babamdan "Yavrum, evladım!" diye sevgiyi ifade eden bir söz duymadım. Her ebeveynin evlatlarını sevdiği gibi onlar da beni seviyorlardı ama hiçbir şekilde bunu bana belli etmediler. Sevgi eksikliğini bu yaşımda hâlâ hissediyorum."

“Seni seven kimseye, sen de ona olan sevgini bildir. Çünkü bu, sevgiyi daha da sağlamlaştırır." buyurur, Sevgililerin Efendisi. (Müslim) Muhabbetinizi yüreğinize hapsetmeyin, serbest bırakın onu. Allah (c.c.) için sevdiğiniz bir insana sevginizi izhar edin. Gönüllerin kanatlanmasını ertelemeyin.

Düşünün ki, çok fazla tanımadığınız birisi karşınıza çıkıp; "Ben, seni sadece Allah (c.c.) rızası için seviyorum." dese, neler hissedersiniz? Ruhunuzda ılık ılık duyguların depreştiğini anlamaz mısınız? Hiçbir karşılık beklemeksizin size açılan yüreğe koşmaz mısınız? İnsanlığın doruklarına tırmanmak için yücelmeye başlamaz mısınız?

Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, sevgiyle sulanan ve sevgi sözcükleri söylenen çiçekler daha gür açmakta ve daha çabuk büyümektedir. Ruhsuz sandığımız bitkiler bile sevgiyle hemhal iken, insanın sevgisiz yaşaması düşünülebilir mi?

Sahibinin arkasından ağlayan at, köpek, deve vs. bize bir şeyler anlatmıyor mu? Sevgiye belki in-sanlar nankörlük edebilirler ama hayvanlar nankörlük etmezler.

Sevgi verdiğiniz hiçbir hayvandan düşmanlık göremezsiniz.

Sevdiklerinizin kıymetini bilin, onlarla bir ve beraber olmak çok büyük bir nimettir, nankörlük etmeyin. Sevdiklerinizi kırmayın. Her kırılan şey tamir olabilir ama kırılan kalbin tamiri çok zordur, kimi zaman da imkansız gibidir. Allah (c.c.)'ın nazargâhı olan kalplere ülfet ve muhabbetle yaklaşın. Bir insana borç verirseniz aynı miktarı geri alırsınız ama ülfet verdiğiniz bir insandan kesinlikle fazlasını alırsınız...

Selam ve dua ile...

İlker Çakır

http://www.ribatdergisi.org/metinler.php?Kat_id=1299

AYET - HADİS - DUA - VECİZE







28 Ağustos 2008 Perşembe

BEKLENTİSİZ SEVMEK



Hiç beklentisiz sevdiniz mi?
Yani bugün telefon etmedi demeden, şu an nerede acabadiye kendi kendinizi yemeden, yaş günümü hatırlayacak mı acaba diye bir beklenti içine girmeden... Sevdiniz mi hiç?
Onun, size ait bir mal olmadığını kabul edip, onu özgür yaşamı ile denediniz mi? Yanında ki kız arkadaşına aldırmamayı öğrenip, ama aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan,- bitecekse biter, bunu ben değiştiremem, beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi -diye düşünüp.
Onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçe bildiniz mi hiç?
Hiç beklemeden çalan bir kapıda Onu karşınız da görmek ne güzeldir bilirmisiniz?
Beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden..
Ve beklemeden gelen bir 'seni seviyorum 'mesajının tadına varabildiniz mi hiç?
Siz istediğiniz için değil, O istiyor diye yapıldı mı tüm bunlar?
Ve beklentisiz sevmemin tadına bakabildiniz mi hiç?
Bugün beni hatırlamadı yerine..-hiç beklemiyordum , senin geleceğini -diyebilmek ne güzeldir oysa..
Onu boğmadan, kendinizi boğmadan , sevebilmek ne güzeldir.. Sahiplenme duygusundan uzak, sevmemim, sevilmemim tadına varabildiniz mi hiç?
Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendimizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize, Hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu?
Beklentisiz sevin..
Ben beklentisiz seviyorum..
Niye aranmadım diye düşünüp kendini kendinizi yiyeceğinize Hiç beklenmedik bir 'seni özledim 'mesaji ile aşk ı yakalayın..
Beklentisiz sevin.. Ben beklentisiz seviyorum..
O sizin sevgiliniz oldu için değil.. Ona tapulu malınız gibi. Cantanız, arabanız gibi davranma hakkınız olduğunu düsünmeden.
Onu sevdiğiniz,onun da sizi sevdiği için ,sevin..
Sevgiye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından..
Göreceksiniz ki O zaman aşk başka bir güzel..
Göreceksiniz ki , O zaman sevgili daha bir romantik..
Göreceksiniz ki O zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat,
Yıllanmış şarap gibi, Beklenti zehrine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını..
Ben beklentisiz seviyorum..
Onun nerede olduğunu merak etmiyorum..
Beni bugün neden aramadı diye geçirmiyorum içimden, aramadığı zamanlar da..
Geleceğe dair hayallerimde yok saten.. Ben sevgiyi yaşıyorum.. Onun yanımda olduğu anlar o kadar değerli ,o kadar kıymetli ki..
Gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o anları..
Beklentisiz seviyoruz..
Sevdiğimiz için seviyoruz..
Hayalsiz,, geleceksiz, beklentisiz..
Anlık seviyoruz..
Deneyin..
Beklentisiz, sevmeyi deneyin bir gün..
Beklentilerle boğduğunuz aşklarınıza acıyacaksınız…

GÜZEL UNUTKANLIK



Genç adam yaşlı karı-kocanın evlerine misafir olur. 75 yaşındaki amca karısından bir fincan daha çay isterken, 'Çiçeğim, bir bardak daha verir misin?' der. Sonra da 'peteğim, hiç şekersiz lütfen' diye ekler. Kendisine 65 yaşındaki tatlı karısının getirdiği tavşan kanı çayı alırken de 'bebeğim, sana çok zahmet oldu' diye ekler. Genç adam, yaşlı amcanın karısı için kullanıldığı sevgi sözcüklerinden çok etkilenir 'Amcacığım, kaç yıllık evlisiniz?' diye sorar. Yaşlı ama dinç adam '40 seneyi geçtik evladım' der.
Genç adam: 'Vallahi maşallah, Allah muhabbetinizi arttırsın. Sürekli çiçeğim, peteğim, bebeğim gibi güzel sözlerle hitap ediyorsunuz galiba. Yanakları pembeleşmiş teyze; 'Doğru, birkaç yıldır hep bana böyle hitap ediyor' deyip mutfağa doğru yöneldiğinde yaşlı amca genç adamın kulağına doğru eğilerek: 'Şiişşt, çaktırma, 2 sene önce adını unuttum, hala hatırlayamıyorum.'

SENDEN SANA YOL VAR MI?



Yokluğun kor bana... Sensiz, bin ateş parçasına bölünür kalbim. Tenimde cehennem cehenneme düşer, bir daha yanar. Avucumda denizler kurur; çöller başlar.
Gözüme geceler üşüşür; sabahlar ürküp uzaklara kaçar. Sözlerimi hece hece alev sarar; dudağımda yangınlar başlar. Korkarım, bir kez "su" dersem sular alev alır.
Susuşun zor bana. Sensiz, yokuşlar uzar, yollar uçurumlara uğrar. Yaraların kabuğu açılır; ırmakların yatağı daralır. Sele kapılır dağlar; köprüler geçilmez olur. Dünyanın bütün taşları kirpiklerime biner; güneşlerin hepsi çöle iner. Elimde kalır ağıtların hepsi; kimse duymaz, kimse ağlamaz, kimse anlamaz. Bir kuyuya iner gibi; tozlanır şiirler, güfteler silinir, şarkılar boğulur. Harfler harflere bitişmez olur. Sahipsiz kalır keman; telleri kopar bağlamaların... Ahenk bozulur; nefessiz kalır neyler. Bir "Ah!" etsem, "Ah!"ların hepsi ağlar.
Varlığın koca bir dağ bana. Şirin bu kadar uzak değildi Ferhat'e. Sadece dağlar ayırdı onları. Dağdan sonrası Şirin'di. Dağın berisi Ferhat'ti. Sen ise dağın kendisisin. Kazıp da yakın edeceğim bir yer yok ki Şirin'e Ferhat olayım. Aşıp da kavuşacağım bir yâr yok ki sana geleyim. Sanki bir yanım dağ, bir Ferhat'tir benim. Kimi kimden uzak bileyim? Su içecek dudaklar kurudu, kime sular getireyim? Sular serinliğini yitirdi; kime sâki olayım?
Yokluğunu sor bana. Mecnun'un gözünde Leylâ değilsin ki, sana gelmek için çölleri göze alayım. Çölleri hepten yaktım; kumlar dağıldı, tozlar uçuştu. Aşk kalplere küstü, kuyulara düştü. Koynuma gömdüm ayrılığını ve her bahar yokluğunu meyve verdim. Mecnun beni deli sandı. Leylâ gözlerime aldandı; gözlerini gözlerimde aradı. Araya dağları koydum; kimse aldırmadı. Nice deniz kıyısında nice sevgili bekledim; hiçbirinden selam gelmedi. Şişelere bırakılmış mektuplar gördüm; okuyan olmadı. Ah, sevdiğim, sen yoksun buralarda, tadın da tadı kaçtı, lezzetler hüzne bulandı. Şöyle incecikten bir kez "aşk" desem, şiirler utanır, şarkılar kör olur, türküler köyden kaçar. Yokluğunu bir sorsan bana, cevapların cümlesi kılıç kuşanır, suların hepsi köpürür, kuru dallar bin defa kırılır, kuşlar bin kez daha dağılır.
Hasretin nâr bana. Kuraklığın dudağı çatlar adını söyleyince. Pervane ateşi bırakıp yüzüme koşar; yanmaya gelir. Buzullar dudağıma koşar, erimeye özenir. Mumların alevi parlar seni anınca. Gölgeler senin adının altında serinler, dinlenir. Nicedir kirpiklerimde taşıdığım taşlar yoluma düşer; hüznüme yaslanır, ağlar, ağlar, ağlar. Bütün yangınların bütün külleri bana savrulur; anka kuşlarının hepsi gözlerimin içine bakar, bir kez daha uçmak için yalvarır. Yangını da yaktığımdan, küllerin hepsi yine, yeni ve yeniden küllenir. Adını ağzıma alsam, her yere her zaman yağmur yağar, denizler denizlere koşar, bütün dağlardan bütün dağlara kuşlar kanatlanır.
Sızın yâr bana. Seni yitirdiğimden beri, elimden ayrılıklar tutuyor; el ele dolaşıyoruz terk edilmiş sahilleri. Acıların canı yanıyor adını anınca, susayım diye yalvarıyorlar. Yaralar senin susuşunla yaralanıyor; bir söz umuyorlar dudağından merhem olur diye. Bir bilsen, ne kadar zamandır kapımda bekleşiyor unutuşlar, "bir yol bizi de hatırlasın" diyorlar. Geceleri sokak lambalarının loşluğuna sığınıp birbirlerine sarılıyorlar ama yine de çok üşüyorlar. Bir sabah gelip yüzlerini tek tek öpüp okşarsın diye umuyorlar. Bir de, evden kaçmış mutluluklar var; hâlâ sığınacak bir köprü altı arıyorlar ama gözleri aydınlık pencerelerin önünde, belki sen ekmek verirsin diye bekliyorlar. Umutlar var hemen aşağı mahallede, gecekondu yapmışlar kendilerine, köylerini bırakmışlar, kalplerden sürülmüşler. Gelirsin diye yolunu gözlüyorlar. Yolları sorma, onlar hepsinden perişan, sevgilinin köyüne dolanmak için can atıyorlar, kıvranıyorlar ama nafile... Sen olmayınca, yollar da yolda kalıyor, ayakları taşa dolanıyor.
Neredesin ey sevdiceğim? Sensiz ayrılık bile ayrıldı sevdiğinden. Sensiz hüzün de mahzun oldu. Sensiz şiirler yarım kaldı, dudağa değmedi; sadece bir fısıltını bekliyorlar. Heceler senin elinden tutup şarkılara sokulmak istiyorlar. Haberin var mı sevdiceğim, burada kuşlar yuvaya uçmuyor; gurbet bile gurbete düşüyor. Duydun mu, burada bahar geldiğine pişman oluyor; güzün yaprakları kuruyor.

Belki okursun diye buraya yazıyorum, harfler seni hecelemek için sabırsızlanıyor. A olmayınca Ş dudağa yapışıyor, sessiz kalıyor. K olmayınca, A ve Ş boşluğa düşüyor, anlamsız kalıyor. "A", "Ş" ve "K" senin adının kucağında büyüyor, senin anlamının sıcağında doyuyor.
İnan bana, sensiz ayrılık bile ayrılık olmuyor, kavuşmak bile tat vermiyor. Sensiz ne seven sevebiliyor, ne sevilen sevildiğini biliyor. Sensiz sözler boşluğa düşüyor, sensiz kalem kâğıda dokunmuyor, sensiz dudak dudağa değmiyor. Sensiz ne sevda seviniyor ne veda üzülüyor. Sensiz hüzün bile yüze gelemiyor, acılar utanıp kuytulara saklanıyor.
Yokluğun kor bana ey aşk.
Sende yak beni, ateşe at sözlerimi.
Suskunluğun zor bana ey aşk.
Ben sustum, sen söyle iyiliğimi.
Senai DEMİRCİ

27 Ağustos 2008 Çarşamba

MUTLULUĞU YAKALAYAN EVLİ BİR ERKEK



Karım ve ben bir evliliği sonsuz yapmanın sırlarını keşfettik...
Haftada iki kere, güzel bir restoranta gideriz, biraz şarap, biraz güzel yiyecek... Salı günleri o gider, Cumaları ben...
Ayrı yataklarda yatarız...
Onunki izmir'de, benimki istanbul'da...
Karımı her yere götürürüm...
Ama her seferinde dönüş yolunu bulur...
Yıldönümümüz için karıma nereye gitmek istediğini sordum...
O da "Uzun zamandır gitmediğim bir yer olsun" dedi...
Mutfağı önerdim...
Her zaman elele tutuşuruz...
Eğer elini bırakırsam, hemen alışverişe başlar...
Elektrikli blender'ı, elektrikli tost makinesi, elektrikli ekmek kızartıcısı var...
Bana diyor ki "çok fazla ıvır zıvır var ve oturacak tek bir yer yok" Ben de ona elektrikli sandalye aldım...
Şunu her zaman hatırlayın... Evlilik boşanmanın birinci nedeni...
İstatiksel olarak, boşanmaların %100 ü evlilikle başlıyor...
Karıma 18 aydır tek bir söz söylemedim...
Onun sözünü hiç bir zaman kesmek istemem...
Son kavgamız benim suçumdu...
Karım bana "televizyonda ne var" diye sordu... Ben de "toz" dedim...

DİYETE KARŞİYEM



Dostlar atışır da, yiğitler susar mı
Elma ilen armut, biftek yerin tutar mı
Âdem olan layt marul yutar mı
Er kişi hazzetmez kepekten, liften
Zarar gelmez hiç ufak bir göbekten...

Doymuş ile doymamış bir olur mu
Sıratta galoriden sual olur mu
Hiç nutrasvitten baklava olur mu
Er kişi hazzetmez kepekten liften
Zarar gelmez orta boy bir göbekten...

Coşar şu deli gönül börek, mantı, pizzayla
Ürkütme gözünü hiç hacimle, enle, boyla
Elastik bir hayvandır mide, olur yayla
Zarar gelmez hiç tahterevan bir göbekten...

Çiçek dalda güzeldir, guzu şişte...
Üç beyazı tartışmak boş bu işte
Fikirler değişir her yiyişte
Er kişi hazzetmez kepekten liften
Zarar gelmez kimseye MUHTEŞEM bir göbekten...

26 Ağustos 2008 Salı

YAŞAM



Bir kutu dolusu "YASAM" gönderiyorum sana, sade bir kurdeleyle süslenmiş.
Çöz kurdeleyi ve kaldır yavaşça kutunun kapağını...
Kocaman bir fırça ve bin renk koydum kutuya. Bir cennet resmi yapip icine gir diye...
Düşler serpiştirdim gizlice, düş kurmayı unutma diye.
Bir tane de elma şekeri yerleştirdim, içindeki çocuğu yeniden tadabil diye...
Güneşin batisini, billur suyun sesini, kırmızı gelinciklerin saflığını,
Taze ekmeğin kokusunu ve bir gülümsemenin sıcaklığını sığdırdım,
Ruhlarımız aç kalmasın diye. Kutuya biraz da sevecenlik koydum güçlü ol diye,
Çünkü acımasız olan güçsüzdür. Beyaz bir güvercin uçup kendi kondu kutuya, barış ve özgürlüğü sunmak için...
Bir buket sevgi, bir yudum ask ve yârim bir elma da ben koymadan edemedim paylaşmayı hatırlayalım diye...
Sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemek için yarını beklemeyelim, hemen simdi yapalım bunu diye...
İçtenliği, umudu, neşeyi, bağışlayıcılığı, Öz güveni, açık yürekliliği unutmadım, ben'in dışına çıkıp biz'e ulaşabilelim diye...
Son olarak da bir kart ilistirdim kutuya. Bak bu kartta neler yazıyor: "Bu kutunun kapağını her kaldırdığında,
Yaşamla ilgili yepyeni şeyler keşfedeceksin. Yasamak için yarını bekleme,
Al yaşamı kollarının arasına ve sımsıkı sarıl. Yasamdan yalnızca almak yerine ona bir şeyler ver.
Kısacası bütünüyle insan ol. Unutma, yasam dokuması henüz tamamlanmamış,
Olağanüstü güzellikte bir duvar halısıdır ve sana ait olan küçücük boşluğu yalnızca sen doldurabilirsin."

NEFES ALMAK



Hayatın yoğun temposuyla dolu dizgin giderken durup mola vermek istersiniz ya..
Ya da her şey üst üste gelir de “İmdat!” demekle kurtulmayı dilersiniz. Hani bazen yaşamınızın sorunlar yumağı olduğunu fark eder de çözmek için didinip durursunuz. Geriye dönüp baktığınızda bir arpa boyu yol alamadığınızı üzüntüyle anlarsınız. Böyle zamanlarda birkaç günlük kısa tatiller de işe yaramaz olur. Çünkü nereye gidilirse gidilsin aklımızdaki sıkıntıları da yanımızda götürüyoruzdur. Gece gibi olmuştur hayat bize. Ne yaparsak yapalım karanlığın içinde görünmez olur.
İşte ben tam da bu anlarımda nefes almanın ayrıcalığından yararlanıyorum. Hem en kolay yol da bu değil mi? Üstelik sabır eşiğimizi de yükselttiğini düşünüyorum. Görünen manzarada neyin eksik ya da fazla olduğu, neyin iyi ya da kötü olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor. Ortalığı yakıp yıkmadan, öfkemizi doğru yerlere kanalize etmemize sebep olurken, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan en az zararla çıkmamıza da vesile oluyor. Derin bir iç çekiş tepeden tırnağa kadar kişiyi rahatlatırken olaylara başka açılardan bakabilmek adına zaman da kazandırıyor.
Şanslıyım çünkü nefes alıyorum. İsteklerimi yerine getirebilmek için temelde ihtiyaç duyduğum tek şeye sahibim. Aldığım her nefes beni amaçlarıma bir adım daha yaklaştırıyor.
Minnet duyarak alıyorum her nefesi…
Taa ki bir gün nefes alma ayrıcalığımı yitirinceye kadar.

İSTEMEM



Nicedir selamın alamaz oldum
Anladım unuttun yazma istemem
Sensizde yaşanır bir dünya kurdum
Kurduğum düzeni bozma istemem

Sebep ne bilmesem bilsem ne çıkar
Değil mi ki boşa geçti o güzel yıllar
Aşkımı aşkına bağlasa yollar
Çevremde dolaşma gezme istemem

Vefasız diyene düşman olurdum
Bir kızsam bin defa pişman olurdum
Zamanlar içinde artık yoruldum
Arayıp derdimi sezme istemem

Demek ki ihmali gurur sanmışsın
Yürekleri hep aşkla vurur sanmışsın
Yılları yerinde durur sanmışsın
Aldandın derimde bana kızma istemem

Yaralı gönüle girilir sanma
Ölen aşk yeniden dirilir sanma
Özürle kabahat silinir sanma
Bu yolda bin yalan düzme istemem

Kapandı hesaplar artık açılmaz
Kırıldı kanatlar tekrar uçulmaz
Arasan sorsan da faydası olmaz
Hem beni hem kendini üzme istemem

Dünyamdan uzaksın gönlümden ayrı
İşin yok artık yanımda gelme istemem
Acılar küllendi deşilmez gayrı
Geciken dermanı bulma istemem

Peşine bin gözü takıp geçersin
Kelebek gibisin konar kaçarsın
Gün gelir ektiğini sende biçersin
Bu kadar hercai olma istemem

Bu hızlı hayattan yorulacaksın
Zamanla elbette durulacaksın
O zaman kalbini boş bulacaksın
Ömrünü bin bölük bölme istemem

Gizlice peşinden izlemekteyim
Attığın her adımı gözlemekteyim
Yürekten severek özlemekteyim
Yine de bunları bilme istemem.
Alıntı

SENİ ÇOK SEVİYORUM


25 Ağustos 2008 Pazartesi

BEBEK YELEK


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEK


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEK


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

21 Ağustos 2008 Perşembe

ORJİNAL BOYUTU İÇİN RESME TIKLAYINIZ












YILANCI



Yılancının Donmuş Bir Ejderha’yı Ölü Sanarak İple Bağlayıp Bağdat’a Getirmesi
Adamın (yılancının) biri geçimini sağlamak için yılan arar, bulduğu yılanı halka göstererek para kazanırdı. Yine bir kış günü, kar-kış demeden dağdan dağa dolaşmakta seyirlik iri bir yılan arayıp durmaktaydı. Derken bir dağda ölmüş iri bir yılan gördü. Bu yılanın ölmüş şekli bile yılancının içini korkuyla dolduruyordu. Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken bu koskoca ejderhayı bulmuştu.
Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için dağdan o yılanı buldu. Aslında insanoğlu kendini değerini bilemedi. Allah onu yaratıkların şereflisi olarak yarattı. Dağda , yılan da bu yüzden ona hayranken, hayranlık duyacak basit, değersiz şeyler arar.
Her neyse, yılancı, o ejderhayı tutup halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi. Birkaç para elde etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi. Halka, “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektim.” diye övünüyordu. O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti; ejderha diriydi. Kıştan, soğuktan donmuştu. Diriydi ama ölü gibi görünüyordu. Yılancı yılanı nehir kıyısına koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür, koptu.
“Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip görülmemiş, mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye hayretlerini dile getirdiler. Yüz binlerce ahmak adam toplandı. Ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar. Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. Yılancı da halk iyice toplansın, kalabalık artsın da elime çok para geçsin, diye düşünüyordu. Kalabalık o kadar çoğaldı ki adım atacak yer kalmadı. Erkek kadına karıştı. Yılancı yılanın üstündeki kilimi kımıldattıkça halk, parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu. Ejderha ise, zemheriden donmuştu. Bir yığın kilimin altındaydı. Yılancı ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı. Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak Güneşi yılanın üstüne vurmuştu. Güneş epeyce ısıtınca vücudundaki don çözülmüştü. Bu müddet zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamağa başladı. Ölü yılanın kımıldadığını görünce halkın hayreti bir iken yüz bin oldu. Şaşkınlıklarından naralar atarak hep birden kaçışmağa koyuldular.
Halkın gürültüsünden de ürken ejderha iplerini çatır çatır koparıp kilimlerin altından çıktı. Kaçışan halk birbirini çiğnedi, meydan yüzlerce ceset doldu. Yılancı korkusundan yerinde katılıp kaldı. Ejderha da o ahmağı bir lokmada yutuverdi. Sonra bir direğe sarılıp kendisini sıktı karnındaki herifin kemiklerini çatır çatır kırıp öldürdü. İnsanın nefsi de bir ejderhadır. Onu ayrılık karları altında tut ki donsun, canlanmasın. İhtiyatı elden bırakır da şehvet güneşiyle ısıtırsa seni de yutar, senin selametini de... ejderhayı Musa (AS) öldürür. Onun için Musa (AS) ahlaklı ol.
(Mesnevi, III, Sh: 79-86; beyit, 976-1075)

İLGİSİZLİK



Bazı insanlar vardır ki evlerine karşı büyük bir ilgisizlik içindedirler. Onlar için ev akşamları yatacakları bir otel, hanım ise yeme içme ve cinsel ihtiyaçlarını karşılayan sıradan birisidir. Bazı insanlarda vardır ki evlilik hayatı onlar için sadece bir ödevdir. Mecbur olduğu için çalışır ve evliliğin gereği olarak cinsel beraberlik içinde olurlar. Oysa evlilik kişi için hem dünyanın en mutlu oyunu hemde, en ağır sorumlulukları bulunan hükümdarlığıdır. Evlenen insan hanımından, çocuklarından her hususta sorumludur. Bu sorumlulukları dini açıdan olabildiği gibi onların ahlakından tutunda, sevinç ve kederlerine kadar her şeyi kapsamaktadır. Bu husuta Efendimiz S.A.V " Hepiniz çobansınız ve Hepiniz ellerinizin altındaki insanlardan sorumlusunuz." buyurmaktadırlar.
Hatta bazı insanlar ilgisizlikte o kadar ileri gitmiştir ki, artık eşinin varlığına bile tahammül edemez hale gelmiştir. Odasını ayırarak aynı çatı altında iki yabancı gibi yaşamaya başlamışlardır. Şahit olduğumuz bir olayda koca, karısıyla 15 yıldır aynı evi paylaşmakta ve hiç konuşmamaktadır. Yemekleri bile ayrı yiyen bu çiftin zaruri iletişimlerini ise biricik kızları yapmaktadır.
Belki ilgisizliğin bu kadarı sizi de şaşırtabilir ama şöyle çevremize bir bakacak olursak anlatılan olayın küçük benzerlerini etrafımızda görürüz. Sabahın erken saatlerinde işine gidip, gece onikilerde evine gelen ve arkasını dönüp yatan nice insanlar vardır. Bu tür insanların içinde kendilerini en iyi maskeleyenler ise evinde olduğu halde eşini yalnızlığa terk eden sözüm ona kazak erkeklerdir. Eve geldiği vakit hanımı yemeğini yapacak, çayını demleyecek ve filmini seyrettikten veya gazetesini okuduktan sonra arkasını dönüp yatacaktır
Sonuç olarak diyebiliriz ki; eğer sabah erkenden işimize gidiyor ve evimize geç saatlerde dönüyorsak, eşimizle oturup konuşmaya vakit bulamıyorsak ve ya da eve gelir gelmez televizyon başına geçip haber veya maç seyrederken uyuyup kalıyorsak, bilmeliyiz ki bu davranışımız yuvamızda derin yaralar açacaktır. Akşama kadar erkeğinin yolunu bekleyen eşiniz, kendisini büyük bir yalnızlık içinde bulacak, terkedilmiş bir köşeye atılmış hissedecektir. Hele bir de cinsellikte tek taraflı davranıyor ve işimizi bir an önce halledip uyumanın yoluna bakıyorsak evliliğimizin temelleri ya sarsılıyor, ya da evliliğimiz sadece mutluluk oyununa dönüşüyor demektir..
(1) Müslim İmare 20,

HALI



Cuma namazındaydık. Sağ tarafımda yaşlı bir adam, onun sağında ise tek kişilik boş yer vardı. Yaşlı adam, farza kalkarken arkaya döndü ve boşluğun gerisinde duran onüç onbeş yaşlarında gence:
Safı doldur evlat, dedi. Gel yanıma.
Çocuk mahcup bir ifadeyle:
— Mümkünse burada kılmak istiyorum, diye kekeledi. Oraya başkası geçebilir.
Yaşlı adam, çocuğun üzerinde bulunduğu uzun tüylü yeşil halıyı göstererek:
Ne o, dedi. Yoksa orası daha yumuşak diye mi gelmiyorsun?
Ve öfkeyle devam etti:
Anne kuzusu, ne olacak…
Namaz bittiğinde, yaşlı adamın Cumasını tebrik ettim. Arkadaki genç de gelerek onun elini öptü. Adam söylediklerinden çoktan pişman olmuştu. Delikanlının nurlu yanaklarını okşarken:
Sana anne kuzusu dediğim için kusura bakma yavrum, dedi. Ağzımdan kaçtı işte…
Çocuğun gözleri dolu doluydu. Başını yere eğerken:
- Söylediklerinizde haklısınız efendim, dedi. Üzerinde namaz kılmak için ısrar ettiğim halı, vefat ettiğinde annemin tabutuna örtülmüştü. Orada secdeye kapandığımda, sanki beni kucaklamış gibi oluyor da…

HANIMINI DÖVENLER




Yeryüzünde kadın ve erkek var olduğundan bu yana mevcut olan bu sorun, hala güncelliğini korumaktadır. Ne yazık ki bazı kendini bilmezler ve kötü niyetliler tarafından zaman zaman hücuma uğrayan İslam, bu konuda da haksız ithamlara hedef olmuştur. Sanki İslamiyet kadın dövmeyi teşvik ediyormuş gibi bir hava estirilmek istenmiştir. Bizim için en büyük örnek, Allah'ın Resulü değil midir? İşte Onun hanımı Hz. Ayşe (r.a) validemiz, bize şöyle haber veriyor:
"Allah'ın Resulü, ne bir hizmetçiye, ne de bir kadına vurmamıştır." (1)
"Allah'ın Resulü, hanımlarından hiç birini dövmemiştir. Eliyle hiç bir kimseye vurmamıştır; meğerki savaş halinde olsun. Kendisine yapılan bir haksızlığa karşılık vermemiştir; meğerki Allah'ın haram ettiği şeylerden biri ihlal edilmiş olsun. O zaman onun cezasını verirdi." (2)
Abdullah bin Zem'a'nın rivayet ettiği hadiste de şöyle buyurmuştur:
"Herhangi biriniz, kadınını köle döver gibi dövmesin. Olur ki gece yatağına girer." (3)
İyas bin Abdullah bin Ebi Zübab da şöyle anlatıyor: Rasulullah (s. a. s.): "Kadınları dövmeyin." dedi. Bir müddet sonra Hz. Ömer geldi. "Ya Rasulullah, kadınlar kocalarına karşı aslan kesildiler!" dedi. O da dövülmelerine müsaade etti. Peygamberimizin evini kocalarından dayak yedikleri için şikâyete gelen kadınlar sardılar. Peygamberimiz (s.a.s.): "Evimi kocalarından şikâyet eden kadınlar sardılar. Kadınlarını dövenler, hayırlı kimseler değildir!" buyurdu.(4)
Hz. Ali de şöyle anlatıyor: Velid bin Ukbe'nin karısı, Rasulullah (s.a.s.)'e geldi, kocasının kendisini dövdüğünü söyledi. Rasulullah ona:"Git kocana, beni Rasulullah himayesine aldı, de dedi. Kadın gitti. Az sonra yine geldi "Ya Rasulullah beni daha çok dövmeye başladı." dedi. Rasulullah ona, elbisesinden bir püskül kesip verdi ve "kocana bunu göster ve beni Rasulullah (s.a.s.) himayesine aldı, de" dedi. Kadın gitti; yine çabucak geldi. Rasulullah (s.a.s.) iki ellerini kaldırdı: "Allah'ım, Velid' i sana havale ediyorum, benim yüzümden iki kere günaha girdi!" dedi.^ (5)
Ebu Der da (r. a.) diyor ki:
Rasulullah (s.a.s.) bana şöyle vasiyet etti: Gücün yettiği kadar ailene nafaka temin et. Ailene sopa kaldırma, onları dinî konularda korkut."(6)
Günümüzde olduğu gibi o günkü Arap toplumunda da kadın dövme olayı vardı. Mesela Enes (r. a.) diyor ki: Ebu Talha kapıyı karısı Ümmü Süleyman üzerine kapatıp dövmeğe başladı. Ben dışarıdan "o ihtiyar kadından ne istiyorsun da dövüyorsun?" diye seslendim. İçeriden kadın bana "İhtiyar ha, seni gidi dizleri tutmayasıca !" diye seslendi. (7)
1) Ebu Davut edeb 5-İbni Mace Nikâh 51
(2) Taberani 2/19- Müslim, Fedail 21
(3) Buhari Nikah 93
(4) Ebu Davut Nikah 43
(5) Cem'ul Fevaid 1/228
(6) Buhari Edebül Müfred 18
(7) Müslim Zekat 12
(8) Cem'ul fevaid 1/228

20 Ağustos 2008 Çarşamba

BEBEK YELEK


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEK


NETTEN ALINTI


NETTEN ALINTI

BEBEK YELEK



NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

BEBEK YELEK


NETTEN ALINTI

NETTEN ALINTI

EVET MUTLUYUM



Hiç bir zaman göründüğüm kadar güçlü olamadım... Aslında çoğu zaman göründüğüm kadar mutlu değildim.. İçimde fırtınalar kopsa bile, yüzümde hep acı bir tebessüm vardı... İnsanlar fark etmedi, edemezdi.. Çünkü en az onlar kadar kendimi de inandırmıştım yalancı gülüşlere... Sadece aynaya baktığım zaman görebiliyordum acı gerçeği...
Onlar hep beni güçlü tanıdı, mutlu bildi, gülüşlerimle sevdi insanlar beni... Öyleydim çünkü... Yıkılmazdım, mutluydum ve her şeye inat gülüşlerim vardı benim... Ta ki seni tanıyana kadar...
Seni tanıdım, kendimi tanıyamaz hale geldim... Benliğimi almıştın sanki... Eski "Ben" den eser yoktu.. Acı çektim, geceleri sessizce ağladım sadece yastığım ıslandı. Sadece soğuk duvarlar dinledi hıçkırığımı... Haykırışlarım müzik notalarında kayboldu.. Kimse duymadı, bilmedi...
Duysa da bilse de, inanmazdı kimse... Çünkü ben ağlamazdım..Acı çekmezdim.. Sevemezdim de... Çünkü ben küçüktüm... Ta ki, seni tanıyana kadar... Seninle ve kattığın şeylerle büyüdüğümü anladım... Çünkü ilk defa kalbim acı çekti, gözlerim gözyaşlarıyla tanıştı.. Kulaklarım hep seni anlatan müzikler aramaya başladı...Kalemi ilk defa elime alıp seni anlatmaya çalıştım..Yalnız kalmak istedim çoğu zaman... Oysa ben kokardım yalnız kalmaktan...
Ve ilk defa yalan söyledim.. Oysa yalanı da bilmezdim ben.. Temizdi benim dünyam saftı... Herkesi kandırdım ve kendimi de...Mutluluk maskemi takmış geziyorum ortalıkta.. Geceleri düşüyor gülüşüm yüzümden... Herkes beni mutlu biliyor... Eğer mutluluk buysa, evet mutluyum...

17 Ağustos 2008 Pazar

BİZİMKİSİ PİS Bİ AŞK HİKAYESİ İDİ



Ne güzeldi diil mi yaşadıklarımız, ne güzeldi...
Artık ne sen, ne de ben bulamayız o günleri.
Bazen düşünüyorum da...
Bende de kazmalık vardı galiba, diyorum.
İkimiz de kıymetini bilemedik gençliğimizin.
Hatırlar mısın, aksam olur pijamalarımızı giyerdik.
Sen kokunu sürerdin...
Oda mahvolurdu, adeta içinde yüzerdin çünkü.
Olmadık şeylere güler, durup-dururken ağlardık.
Görenler deli sanırdı, sanırsam.
Güzel havalarda sokaklara çıkardık.
Ama hep yağmura yakalanır, sıçana dönerdik.
Bir de kar yağınca kartopu oynardık seninle.
Topların içine hep tas koyardın, atardın.
Sen, iskambil kâğıtlarından fal bakardın.
İstediğin çıkmadığında sövüp kalaylardın, ağzın bozuktu biraz
Çok kızardın sigara içtiğime.
Ve içkime karışırdın, oklavayla karşılardın beni
Eve sarhoş geldiğimde.
Az dayağını yemedim.
Arasıra rejim yapardın, ama ihtiyacın vardı.
Hükümet gibi kariydin şerefsizim.
Komşunun çocukları vardı, bizim oğlanın kafasını yarmışlardı
Beraber çocuk bahçesine giderdiniz.
Ben televizyonda maça bakardım.
Ne isim var çocuk parkında.
Arasıra arkadaşlar gelir poker oynardık.
Ben hile yapardım, sen yârdim ederdin.
Benim askerde yediğim dayak hikâyeleri...
Senin Anderson'dan hikayelerin hiç bitmezdi..
İlk tanıştığımız günü hatırlar, gülerdik.
Sen bana, üstümde ne vardı diye sorardın.
Ben de, '40 sene geçti, ne bilim ben?' derdim
Sen kızınca ben de sallamaya başlardım.
Çingene pembesi bi kazak,
Ördek yeşili bi etek,
Beyaz çoraplar, mor pabuçların.
Güzel bir bahar akşamı sinemada karsılaşmıştık.

İkimiz de önümüze bakmamıştık.
Özellikle ben, güneş gözlüklerimin ardından kızları kesiyordum.
Çarpıştık önce, sen,'ÇÜSSS ayı' dedin.
Sonra ben 'güzel olduğunuz kadar küstahsınız da! Dedim.
Sen hemen yavşadın, göz-göze geldik ve başladık, film gibi yani..
Sonra ayrıldık.
Sen benim ayak kokuma dayanamamıştın.
Ben senin sarımsak kokan nefesine..