4 Mart 2009 Çarşamba

ANTİKACI


Genç adam, antika merakı nedeniyle Anadolu’nun en ıssız köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği antikaları yok pahasına satın alarak geçimini sağlıyordu.
Kış kıyamet demeden sürdürdüğü yolculuklar sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, yaşlı bir adam tarafından bulunup yaşlı adamın kulübesine davet edilmişti.
Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken “Günlerdir hastaydım, odun kesmek için ilk kez dışarıya çıktım” dedi. “Meğer seni bulmak için iyileşmişim.”
Diz boyu karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzininin çevresini saran iskemleler, onun şimdiye dek gördüğü en güzel antikalardı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı.
Yaşlı adam, konuğunu yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma bir şeyler ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken “Bugün soba yakamadım evladım” dedi. “Ama bu yorganlar seni ısıtır.”
Ev sahibi yıllar önce ölen eşiyle paylaştıkları odayı geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak tüm yorgunluğuna karşın uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp edip o iskemleleri almalı, bunun içinde iyi bir senaryo uydurmalıydı. Örneğin yaşamını kurtarmasına karşılık yaşlı adama birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile olanaklıydı. Yürümeye bile hali olmayan yaşlı adam onun peşinden koşacak mıydı sanki?
Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam diyordu. Bu arada yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş hatta hayal meyal olsa bile odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde çorba pişirdiğini gördü. Yattığı yerden başına gelenleri düşünürken, iskemleleri anımsadı, hafifçe doğrulup çevresine baktı. Aman Tanrım ! İyisi büyük iskemlelerin hiç biri ortada yoktu.
Yaşlı adam, akşam ki planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı.
Sakin görünmeye çalışarak “İliğim, kemiğim ısındı” dedi. “Çorbanızda ne güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.”
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken:
“İskemle dediğin dünya malı evladım.” dedi. “Biz konuğumuzu üşütür müyüz ?”

Hiç yorum yok: