27 Ocak 2010 Çarşamba

Ejderhalı Kalemlik Yapımı

Merhabalar bugün çocuklarımızla birlikte güzel ve verimli zaman geçirebileceğimiz bir uygulama ile karşınızdayız. Biliyorum ki çocuklarımız bu işi çok sevecekler...

Yukarıdaki resme tıklayarak kalemliği nasıl yapacağımızı öğrenebiliriz. Burada açık açık yazılı...
Biz buna ek olarak Meyve Suyu veya Süt Kutusunun ejderha gövdesi kadar olan bölümünü fon kartonu ile kapattık...

Bu resimdeki ejderha gövdesini, kafasını ve kuyruğunu yazıcıdan çıktı alarak yada renkli fotokopi çeken yerlere flash diskle götürerek renkli çıktı alamk suretiyle daha güzel bir görüntü elde edebiliriz.

Bu ve altındaki resimde ise ejderhanın hareketli bölümleri oluşturacağımız kağıtları elde etmek için kullanacağız. Ancak biz bunları kullanmak yerine elişi kağıdı ile bu işi hallettik...

Bu kağıt içinde elişi kullandık. Aslında aldığımız kaynakta bu iki resim sırt sırta...


Bu resimde ise bizim yaptığımız kalemliğin bir kaç yönden görünümü...

Bu resim ise Kalemliği, Yusuf'un fotoğrafına Kardeşi Hamzanın ayrıca dahil olduğu bir resim...
Çocuklarımızla ne kadar ilgilenirsek gelecekleri o derece parlak olacaktır...

Owner

25 Ocak 2010 Pazartesi

Kahvaltıda Ispanak Ve Yusufca Yeme Teknikleri



Uzuuun zamandır ihmal edip ekleyemediğim konulardan biride Kahvaltıda yumurtalı ıspanak :)

Gülüyorum çünkü bizim evde her yemek macera ve dil dökmelerle geçiyor.Dahada ıspanağı pişirmişim ama yusuf yesin diye yumurta ile süslemişim.Ama bizim çok bilmiş yinede burun kıvırıp duduk büküyor ben bunu sevmem...ben bunu yemem.

Duruyor Bakıyor ne yapsamda kaytarsam bu yemekten.Ne diller döküyoruz oğlum çok güzel, vitaminli,sağlıklı Ama nafile...En son Aklına kaşar geliyor Ve bu güzelim şekli yapıyor.Anne bak gözleri,burnu,ağzı bak Böyle daha güzel oldu.Hadi resmini çekte siteye koyalım.Kalkıp makinayı getiriyorum ve Lezzetli yemeğimizi çekiyorum.Afiyet şifa olsun yavrum :) Ama kaşarlar hemen bitiyorda ıspanak zorlanıyor bitemiyor.

Eşimle artık yeni bir teknik bulduk.Yusuf itiraz edip yemem dediği zaman
-Yersin yersin.diyor ve tabağına yemeği koyuyoruz.bakıyoruz biraz sonra o yemek yenilmiş oluyor.Eee napalım bizi buna sen zorluyorsun :) bizde senin teknikleri uyguluyoruz şirin tavşan :)

Yusuftan bahsedip hamzayıda unutmamak lazım.Evimizin 2 yaramaz ve neşe kaynağı yavrucak.Şirin bir o kadarda yaramaz :) muzip abinin muzip kardeşi....Bazen gülücüklerle karışık kavlama oyunu,Çogunluklada şimdiden malzemem paylaşamamk derdine didişmeler :) eğlenceli olan ise izleyici olmak :)

Rabbim bu güzellikleri herkese tattırsın.Abisi ne yaparsa kopyacı kardeş abisini izliyor gözlemleyip oda aynısını yapıyor.Evde bir an sessizlik olursa bilki hamza yaramazlıkta ve bir muzurlukta.Ara bul nerde ise :)Müzik duydumu dayanamıyor eller kollar ve baş ritim tutuyor.Ben bu Yazıyı yazmaya çalışırkende Önce kanepeye ordanda bilgisayar masasını istila etti.masa üzerinde kurcalama yapıyor.keyfi yerinde :) klavye ve ekran sağlam çıkar İnşaAllah :) Yaşaşınnnn Kurtardıkyere indi abisinin oyuncağını tercih etti :)

Anlık olaylar zinciri Abimizde zorla elinden alınca oyuncağı basıyor yaygarayı.çok uyanık bu oğlan.Alttan 3.dişimiz yeni çıktı,üstte dişimiz yok.Ben ona 3 dişli kahraman diyorum.13 aylık olduk.Henüz yürümüyor,ama zaten emekleyerek her işini hallediyor.istediği her yere çıkıyor iniyor.

Bazen gözleri bile böyle bir yaramaz bakıyorki. Başa çıkmak zor olacak galiba :)

Eee bu günlük yeter sanırım bu kadar çenem düşmeden toparlayayım kendimi :)
Eklemeyi düşündüğüm birikmiş konu ve tariflerimi de en kısa zamanda eklerim İnşaAllah.....

Yuucel_19

24 Ocak 2010 Pazar

TAŞ GAZELİ


Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri
Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin
Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey
Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin
Anne seninle bağrın döver gider mi acı
Hanidir Ferhat'tan aldığın ders taş senin
Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili?
İşitmez oldun beni, kalbin taşdan taş senin
Ölüm sendendir bana, nedir taşlamak beni?
Bana güldür çiçektir attığın her taş senin
Gözünü dikme taşa işte parça parçadır
Şimşektir bir bakışın, dayanır mı taş, senin
Deprem değildir dağı ve beni sarsan
Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin
Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu Leylâ?
Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş, senin
II.

Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Ülkendir taş ve beton bu yanlış kent
Her gün bir yanın biraz daha taş senin
Taş alanlarıdır taş insanları taşır bir
Nereye gelsen ey aşk, karşında bu taş, senin
Uygarlık, taşla taşımak çağlar üzre
Kolların bu denli güçlü müdür taş, senin
Bir taş devridir ama bağışla beni
Niçin bunca geldim üstüne ey taş seni
Bir İbrahim bıçağı ikiye biçer taşı
Sevgili nasıl kırdı kutlu dişin, taş senin?
Ölüm bir kasırgadır çevirir seni beni
Nedir kucağında kocaman taş senin?
III.

Bir bir yürürlükten kaldırıp çürümüş devrimleri
En gürbüz bir devrimi dikmek yerine, taş senin
Nereye koysam seni söyle ey yüreğim
Bir gün beni ele verir bu güçlü atış senin
Osman Sarı

18 Ocak 2010 Pazartesi

TERZİ


Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış.
Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı adam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikâyeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...

14 Ocak 2010 Perşembe

AYET-HADİS-DUA-VECİZE




ADAM VE ATI


Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer... Lao Tzu bu öyküyü çok sever, anlatırmış. Köyün birinde bir yaşlı adam varmış... Çok fakir... Ama kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış... "Bu at, bir at değil benim için... Bir dost... İnsan dostunu satar mı?" dermiş hep... Bir sabah kalkmışlar ki, at yok... Köylü ihtiyarın başına toplanmış... "Seni ihtiyar bunak... Bu atı sana bırakmayacakları,çalacakları belli idi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. simdi ne paran var, ne de atın" demişler... İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş... Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu... Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez... " Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden,at bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine... Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "Babalık" demişler... "Sen hakli çıktın... Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için... şimdi bir at sürün var..." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar... Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç... Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?.." Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul simdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara... "Bir kez daha haklı çıktın" demişler." Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok... simdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler... ihtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş." O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu... Ötesi sizin verdiğiniz karar... Ama acaba ne kadar doğru... Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez .. " Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş,giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğunu kanıtlandı" demişler." Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar... Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih,hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." Lao Tzu, öyküsünü şu nasihat ile tamamlarmış, etrafına anlattığında:"Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

FİLİSTİNLİ ÇOCUK VE KURŞUN



FİLİSTİNLİ ÇOCUK VE KURŞUN
Babam düşlerimde böylesine hiç sarılmamıştı bana
Soluklar gibi
Özlemim pencereme konan küçük bir kuşun sesineydi
Kurşun sesleri böldü düşlerimi
Benim düşlerimde misketlerim vardı rengarenk sımsıcak
Sizin misketleriniz acıtıyor bedenimi
Babamı düşlerimde böyle korku içinde hiç görmemiştim
Yüreği avuçlarındaydı gözleri kurşun eritiyordu
Düşlerimde koşardım bu sokaklarda tozu dumana katarak
Ama ben böyle dumanlı bir gün görmedim
Kurşun seslerinin çığlığına karışan
Annem düşlerimde okşarken saçlarımı
Sıcaklığı hiç kavurmamıştı böyle beni
Ama ben böyle bir ateş görmedim saçlarımı kavuran
Korku dolu düşlerimden çeker alırdı beni annem
Rüyalarının sıcak kollarına
Ama benim korku dolu rüyalarım hiç böyle uzamamıştı
Ellerim hiç böyle çaresizlikle yapışıp kalmamıştı
Bu sokağın çıplak soğukluğuna
Oysa benim düşlerimde bir melek vardı annem gibi
Kanatları nereye olsa yetişirdi
Dünya ne kadar kirlense de
Onun kanatları bembeyazdı hep
Ben bu oyunu hiç sevmedim baba
Nevzat Ketenci

13 Ocak 2010 Çarşamba

Selvadan Paket Kazandık



Selvanın açmış olduğu Komşu hakkı yarışmasından kazandığımız paketimiz elimize ulaştı.Çok mutlu olduk.o hevesle hemen pişirdik paketin birini.Gerçekten güzeldi.Yeni ürünlerle selva sofralarımızı süslemeye devam ediyor.


Bol kepekli eriştemiz.Tabiii bolcada cevizle güzeldi :) Ama bence çikolatalı görüntüsü ile kepekli tat farklı olmuş.Yeni Çıkan şehriye çeşitlerinide en kısa zamanda denemek istiyorum.kısmet bakalım.Ayrıca yeni çıkan selva şipşak makarnalarıda en kısa zamanda deneyeceğiz.

Yuucel_19

HAYVAN

9 Ocak 2010 Cumartesi

ŞAKACI MAYMUN


Bir varmış, bir yokmuş,
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
İnsan eli değmemiş,
Yolcuya uğrak olmamış,
Yemyeşil ağaçlarla çevrili,
Rengârenk çiçeklerle süslü, büyük, güzel bir ormanda hayvanlar huzur içinde yaşarmış. Bu hayvanlardan biri de küçük bir maymunmuş. Bu maymun kendini çok komik zanneder, herkese şaka yapmaya kalkarmış. Hâlbuki hayvanlar onun şakalarından hiç hoşlanmazmış. Buna rağmen o anlamsız şakalar yapmaktan bir türlü vazgeçmezmiş. Şaka yapacağım diye başkalarını incitirmiş.
Günlerden bir gün, küçük maymun, ayıya şaka yapmaya karar vermiş. Ayının mağarasından ayrıldığı bir zamanı gözleyerek mağaraya gitmiş. Ayının yaz boyu biriktirdiği balları bir yere saklamış. Yuvasına döndüğünde balları göremeyen ayı, çılgına dönmüş. Bütün ormanı aramış. Maymun da onu gizlice takip ediyor, kıs kıs gülüyormuş.
Balları bulmaktan ümidini kesen ayı, hüngür hüngür ağlamaya başlayınca maymun balları getirmiş; ayının önüne atıp ağaca tırmanmış. Katıla katıla gülmeye, "Şaka yaptım, şaka yaptım!" diye bağırmaya başlamış. Ayı çok sinirlenmiş ama maymunu bir türlü yakalayamamış.
Başka bir gün ise koşarak filin yanına gelmiş. Ona dere kenarında yavru filin zehirlendiğini ve ölmek üzere olduğunu söylemiş. Anne fil öyle korkmuş ki telâşla dere kenarına doğru koşmuş. O kocaman ayaklarıyla koşarken âdeta orman salla-nıyormuş. Dere kenarına vardığında ise yavrusunun orada oynamakta olduğunu görmüş. Hem sevinmiş, hem de maymun çok kızmış. Ama daldan dala atlayan ve "Şaka yaptım! Saka yaptım!" diye bağıran maymunu yakalayamamış.
Bir gün de ormanda karşılaştığı kaplumbağayı ters çevirmiş maymun. Sonra da kahkahalar atarak oradan uzaklaşmış. Kaplumbağalar ters çevrildiklerinde kendi başlarına tekrar dönemezlermiş.
Birkaç gün sonra oradan geçen bir zürafa, kaplumbağaya yardım edip çevirmiş. Zavallı kaplumbağacık açlıktan ve ters durmaktan kurtulmuş. Bütün hayvanlar bu düşüncesiz maymunun şakalarından bıkmışlar. Gidip ormanın kralı aslana şikâyet etmişler. Aslan, olanları duyunca "O, iyi bir cezayı hak etmiş, cezalandıralım!" demiş. Hep birlikte konuşmuşlar ve maymuna hatasını daha iyi anlayabilmesi için sakalı bir ceza vermeye karar vermişler.
Ertesi gün tilki, maymunun yanına gitmiş. Az ileride bir mağaranın yiyeceklerle dolu olduğunu söylemiş. Maymun, koşarak onun peşine takılmış ve mağarayı görür görmez içine girmiş. Dışarıda kalan tilki, orada bekleyen hayvanlarla birlikte mağaranın kapısına kocaman bir kaya parçası yerleştirmiş. Maymun neye uğradığını şaşırmış. Ne kadar uğraştıysa da kayayı yerinden kaldıramamış. İçeride hiç yiyecek yokmuş.
Karanlık mağarada yapayalnız kalıvermiş. Maymun, tilkinin neden kendisine böyle bir şey yaptığını da anlayamamış. Önce sıkıntıdan bunalmış; sonra da açlıktan halsiz düşmüş. Tam yaşamaktan ümidini kesmişken mağaranın kapısı açılmış ve bütün hayvanlar; "Şaka yaptık! Şaka yaptık!" diye bağırmışlar. Maymun işte o zaman neden mağaraya kapatıldığını anlamış. Bir daha başkasını üzecek şakalar yapmamış.

ÖLÜR MÜSÜN; ÖLDÜRÜR MÜSÜN?


Neticesinden hayret ve şaşkınlık içinde kaldığımız, hoşumuza gitmeyen bir hareket, bir söz, bir düşünce karşısında "Ölür müsün; öldürür müsün?" diye yakınırız. Hikâyesi şöyledir:
Vaktiyle köylünün biri hacca gitmiş. Tabiî, dönüşte eşe dosta, hısım akrabaya hediye getirmek âdetten... Herkese miktarınca hediyeler aldıktan sonra, köyün ağasını da hatırlamış. Hediye konusunda uzun müddet karar verememişse de "Ağamız, başımızın tacıdır, efendimizdir; ona götüreceğim hediye kendime alacağımdan aşağı olmamalıdır." diye düşünerek hacılar âdetince bir şişe zemzem doldurup bir fâniye yetecek kefenlik bez kestirmiş. Dönüşte yol yordamınca, hediyelerini sunmak için ağanın eşiğine yüz sürmüş. Gelin görün ki ağanın kâhyası, bu durumdan hoşlanmayarak hediyeleri adamın suratına fırlatmış:
— Be adam! Hiç böyle hediye olur mu?! Ben böyle bir hediyeyi şimdi ağaya nasıl takdim ederim?
Köylü hulus-ı kalple ısrar etmiş:
— Canım kâhya, elçiye zeval olmaz; sen heman bunları odasına götür. Ben bunları bin bir emekle ta Hicaz'dan getirdim.
Biraz tartışmadan sonra kâhya razı olmuş ve elinde hediye bohçası ile ağanın huzuruna girip meramını şöylece arz etmiş:
— Ağam! Sersemin biri Hicaz'dan size kefenlik bez ile gasil suyunuza katılmak üzere zemzem getirmiş. Şimdi ölür müsünüz; öldürür müsünüz?!

4 Ocak 2010 Pazartesi

Ev Yapımı Mayonez

Evettt arkadaşlar uzun zamandır eklemeyi düşünüp ekleyemediğim mayonez tarifini bu gün tekrar deneyip resimleyerek sizlerle paylaşmak istedim.Yapımı çok kolay ve çabuk.1-2 dk içinde mayonezimiz kullanıma hazır.Ben bu tariften çok memnun kaldım.Püf noktası ise listede yer alan bütün malzemelerin(kavanoz ve blendır bile) buz dolabında en az yarım saat bekletilmesi ve yumurtanın sarısının bütün olarak kalması.

Malzemeler:
1 Yumurta,
1Bardak sıvı yağ,
1 Çorba kaşığı limon suyu,
1 Çorba kaşığı sirke,
1 Çay kaşığı tuz,
Yarım kiloluk konserve kavanozu,
Blendır
Yapılışı:


Resimde görüldüğü üzere önce yumurtamız dikkatlice sarısı dağılmadan kavonozumuza dökülür.ardından sırası ile sıvı yağ,sirke,limon,tuz eklenir.Blendırımız kavanozumuzun ortasına gelecek şekilde dibe sarıyı dağıtmadan oturtulur.Hızlı ayarda çalıştırılır.hiç kıpırdatmadan 30 sn kadar çalıştırılır.sonra çalışmaya devam ederek hafifçe yukarı kaldırılır.sağa ve sola hareket ettirerek üstte kalan malzemelerinde karışması sağlanır.


Mayonezli salataları çok seven ama katkı maddesi var diye mayonez almayan ben güvenle bu tarifi kullanıyorum.evde kendim denemeyi çok seviyorum.Mümkün olduğunca hazır ürün kullanmıyorum.
NOT:Mayonezimizi buz dolabında muhafaza edelim ve 5-6 gün içinde tüketelim.

Afiyet olsun Salatalı günler dilerim :)

Yıldız Şehriye Çorbası


Malzemeler:
1 küçük soğan,
yıldız şehriye,
1 kaşık salça
1 kaşık tereyağ,
Birkaç dal maydanoz,
Kaynamış su
Yapılışı:
Soğanı ince doğrayalım.tenceremizin dibinde yağı eritip soğanı bir kaç dakika karıştırarak kavuralım.Şehriyemizi de 1 kişiye 1,5 çorba kaşığı şeklinde ölçerek soğanlara ekleyelim ve biraz kavuralım.Salçamızı ekleyip suyunu ekleyelim.pişerken şehriyenin suyun birazını çekeceğini unutmayalım.Pişmeye yakın doğranmış maydanozlarımızı ekleyelim.
Afiyet şifa olsun