30 Mayıs 2010 Pazar

23 NİSAN 2010

Merhabalar,
Bu yazımız biraz gecikti ama olsun artık ne yapalım geç olsun güç olmasın.
Yusufun Arkadaşlarından Alperen anaokuluna gidiyor, 23 Nisan onları bayramı
olduğundan sınıfta görev almış ve bizde izlemeye gittik. Çok güzel görüntüler
ortaya çıktı. Yusuf gelecek yıl gidecek okula ve Dinazor olcakmış 23 Nisan'da...
Uzun bir programdı görevliler çok şey düşünmüşler ancak sadece süreyi düşünmemişler
hava sıcak olduğu için oldukça sıkıcı olmuştu çocuklar coşturdu ama oda programın
uzunluğuna dayanamadı yinede...
Aşağıda Yusuf, Alperen, Begüm'ün resimleri var,
Begüm'den bahsetmedik, Begüm Alperenin kardeşi, her konuda bir fikri mutlaka vardır. :) Ayrıca oldukça da hareketli ve uyanıktır... Halk arasında bu tiplere cadaloz diyorlar. Ben bu lakabı kullanmak istemiyorum...

Alperen:



Begüm:



Alperen, Begüm, Yusuf :

27 Mayıs 2010 Perşembe

Yedi Adım Ve Bizim Bıdıklar

Dün akşam çektiğimiz bu videoyu hemen paylaşalım istedik.Müzik duydumu dayanamayan,nerdeyse tencere tıngırtısına,kapı gıcırtısına oynuyacaklar.Çok ta şirin oluyorlar tabiki :)Uzun zamandır ailemizle ilgili konu eklememiştik.Nerede ise arşive kaldırılacak konularımız birikti.Neden ve nasılsa bir türlü ekleyemiyoruz.

Yedi adım müziğini anasınıfı öğretmeni olan fatma halamız yollamış.Hem hareketli bir müzik,hemde ortaya güzel görüntülerin çıktığı bir oyun demek istiyorum.Hemen hemen her akşam yemek sonrası yedi adımla birlikte dans edilip yediklerimizin bir bölümünü yakıyoruz :)hemde ailecek eğleniyoruz.Dün akşamda yine dans ederken aklıma kameraya çekmek geldi.Bu sayede sizlerlede paylaşmış olduk.Doğal,sempatik,sevimli vede karizmatik oğlumuz yusuf :)Şirin mi şirin hamzayla her şey çok eğlenceli.

Tabi yine bizim ev usulü Buzlu meyveli dondurmalarımızda görüntülerde yer alıyor.Yusuf çok seviyor.Abisi yerken hamzada ağzı üşüsede oda keyifle yiyor.Bu ara gözlemlerini iyice arttıran hamza abisinin kopyası.Abisi nasıl davranırsa hamzada aynısını yapıyor.Ayrıca kıskanmayda başladı abisini.Lafı fazla uzatmadan sizi bu keyifli görüntülerle başbaşa bırakmak istiyorum.

yuucel_19

18 Mayıs 2010 Salı

HAYAL LİMANINDA DEMİRLEYEN YELKENLİYE



bilseydin; baharımdı seni bana getiren
bir vedâya ağlayan içli melekler gibi
anlasaydın; Ülkemden hazineler götüren
her bakisi öteden birini bekler gibi
üşüdüğüm sahrada bu deniz sanki serâp
hep aynı dakikada dönüp duruyor zaman
O'nsuzlukta dermanım değil, derdim de hara
ey uyuyan yelkenli, ateşte sen de yan
tahtını en büyülü divânda bulmalı
açılmalı sonsuzluk sularında engine
fırtınalar kopsa da, umudumuz olmalı
limanları boyarken gökkuşağı rengine
yapayalnız kalıyor O'nsuz kumlarda köpük
O'nunla damla damla kuruyor mâsum deniz
batırır en devâsâ gemiyi bile bu yük
ardında birer birer soluyor düşlerimiz
bilseydin; yakınında soluklanan çiçeğin
izlerine mahsuptur çatlayan dudaklarım
âyinimiz sürecek o büyük vakte değin
hâtırası köz olsa, yüreğimde saklarım
Nurullah GENÇ

14 Mayıs 2010 Cuma

Günlük Hayatlarıyla O Diyarın Sakinleri


O DİYARIN SAKİNLERİ camileri cennet bahçeleri yerine kor, o bahçenin çiçeklerini demet yapar ve manen gönülleri doldururlardı. Hatta onlardan biri; "Rabbim beni cami ile cennet arasına girmede muhayyer bıraksa, ben camiyi tercih ederdim. Çünkü cennette zevk ve safa, camide ise ibadet vardır" demişti. Onların camideki manevi gıdaların, manevi yemeklerin başında şu tesbih vardı "Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber Vela havle vela kuvvete illa billah."
O DIYARIN SAKİNLERİ "Keşke", "eğer" gibi kelimeleri pek hoş karşılamazlar, bu ıstılahları kaza ve kadere ait hususlarda ağzına bile almazlardı. Yani: "Eğer şöyle gidilseydi, böyle olmazdı." "Eğer zamanında gelseydi başına bu iş gelmezdi." gibi Hatta "Falan kimse olmasaydı, falan adam beni öldürecekti" diyen bir kimseyi Allah'a şirk koşmuş biri olarak görürlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ meziyetlerini, kabiliyetlerini dünyada iken İslâm için, müslüman din kardeşleri için kulları ırlardı. Sağlıklarında birbirlerinin kadr-u kıymetini bilirlerdi. Günümüz dünyasında olduğu gibi, öldükten sonra tabirlerini takdir etmezler; daha sağlıklarında bu hali yaşarlardı.
"Rüyamda bana bir bardak süt verildi içtim, içtim. Kristalleşmiş şeklinin parmaklarımın ucundan adeta aktığını gördüm. Arta kalanını Ömer'e verdim"
"Ne ile yorumladınız ey Allah'ın Resûlü" diyenlere;
- "İlim ile yordum (Allah Ömer'e bu kadar ilim vermiş) buyurdu: (Buhari)
"Yine rüyamda insanlar bana bölük bölüm arz olundu. Üstlerinde gömlekler vardı. Bir kısmı göbeğine kadar, bir kısmı boğazına kadar kapanmıştı. Ömer'i gördüğümde hepsinden daha aşkın ve taşkındı. Ne ile yorumladınız, ya Resûlullah?"
- "Din ile (imar ile)" buyurdu. (Buhari)
Bütün bu sözler, değerlendirmeler bir cemaatin önünde, huzurunda yapılıyordu. Peygamberimizin vefatından sonra da, bu üstün meziyet sahipleri ümmetin başına baş oluyordu:
Bize gelince;
Bizim halimiz acaba yavrusunu yiyen kediye mi benziyor? Bu arada küçük bir hatıramı anlatmak istiyorum. 1987 senesinde Afganistan'dan Gulbettin Hikmetyar'ın hususi temsilcisi Türkiye'ye gelmişti. Küçük bir topluluk içinde kısa bir sohbet yaptı. Ve sonra şöyle dedi:
- "Türkiye'ye gelip gitmelerimde dikkatimi bir şey çekiyor. Burada müslümanlar birbirlerinin kadrini bilmiyorlar. Çok ucuz değerlendiriliyor. Afganistan'da Hikmetyar bir mühendisti. Kıyama kalkınca müslümanlar etrafına toplandı, sözünü dinledi, emir ve talimatlara uydu. Ve bugün dünyanın tanıdığı bir lider oldu. Türkiye'de Hikmetyar'dan ilim bakımından nice kıymetli insanlarımız var, fakat kıymet bilinmediği gibi, hep harcanıyor. Cemaatler, birbirlerinin liderlerinin aleyhin de, hatta küfür dahi ediyorlar."
Bu hatıramızın yorumunu sizlere bırakıyorum. Peygamberimiz (sav): "Sultanlara söğmeyiniz. Eğer mutlaka onlar hakkında bir şey söylemeniz gerekirse "Allahım, bize reva gördüklerini sen de onlara reva gör deyiniz" buyurur. Müslüman liderleri şöyle bırakalım, müslümanlar küfrün liderlerine dahi söğmezler, onların hayatlarını inkar ederler, sistemlerini reddederler. Fakat söğmezler. Bugün müslümanlar için "dinsel terör" iftirasını yapan zavallılara biz söğmeyiz. Peki ne yaparız, ne deriz?
"Ya Rabb! Harflerimize, kıyafetlerimize, metre ve kilomuza, hukukumuza, siyasetimize, iktisadımıza, eğitimimize, tesettürümüze zulmen ve haksız olarak müdahele edenleri sana ısınarlıyoruz. Sen de onların düzenlerini., yaşayış ve hayatlarını başlarına geçir!"
Biz Türkiyeli müslümanlar, elemanlarımızı, güzel insanlarımızı, alimlerimizi hep öldükten sonra hayırla yadederiz.
- Devrimlerin yapıldığı; binlerce müslümanın darağacına çekildiği bir dönemde yiğit müslüman alim Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri yanlış ve noksan olarak tanıtılmıştır. Son yıllarda müslüman basın bu büyük alime vefat yıldönümlerinde hak ettiği değeri vermeye çalışmaktadır.
- Bediüzzaman Hazretleri için aynı şeyi söyleyebiliriz. Allah gecinden versin, bir gün Sadrettin Yüksel Hocamız, Fethullah Gülen hocamız, Ekrem Doğanay hocamız, Ali Bulaç, A. Dilipak, Hüsnü Aktaş; Mahmut Efendi, A. Rıza Demircan, Mahmut Toptaş ve daha isimlerini saymakla bitiremiyeceğimiz tevhid erleri hayata gözlerini yumsalar, şuna ,eminim ki, günlerce haftalarca üzüntülerimiz devam edecek, müslüman. medya ilk sahifelerinde cömert davranacaktır. Madem ölümlerinde öyle yapıyoruz, hayatlarında niçin kıymetlerini bilmiyoruz? Niçin gıyablarında hayırla konuşmuyor, hataları varsa yanlarına gidip derdimizi dökmüyoruz? Bu hatadan dönmek mecburiyetindeyiz. Hem de karşılıklı konuşup; anlaşarak.
Bu yazımızı Kur'anın Fetih suresinin son ayeti ile bitirmek istiyoruz:
"Muhammed Allah'ın Resûludür. O'nunla beraber olanlar:
- İnkarcılara karşı çok çetin.
- Kendi aralarında çok merhametlidirler.
- Sen onları rüku eder, secdeye kapanır halde görürsün. - Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar.
- Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde izleri vardır."
BU ONLARIN TEVRATTAKİ HUSUSİYETLERİDİR. İNCİLDEKİ NİTELİKLERİ İSE ŞÖYLEDİR:
- "Tıpkı bir ekin gibi. Filizini çıkarmış, o filizi kuvvetlendirmiş".
- Filiz kalınlaşmış, gövdesi üzerinde dikilmiştir. (Bu hal) ziraatcileri imrendirir.
- "Allah böyle yapar ki, onlarla inkar edenleri öfkelendirsin. Allah onlardan iman edip barışa yönelik işler yapanlara bir bağışlama ve büyük bir mükafat vaadetmiştir" (Fetih Suresi: 29)
Müslüman, tıpkı bir ekin gibidir. Ziraatcısı, ekicisi Hz. Peygamber (sav)'dir.
İman ve ahlakıyla kendi ayağı üzerinde duran bir güvene sahiptir. O ekin ki başağında 30-40-50 küsur adet buğday bulunur. Tarlasını eken ektiğini yetiştiren ve tarlasının başına geçerek bu manzarayı seyredip sevinen bir ekici, tarla ve içindeki binlerce ekin ve binlerce başaktaki buğday Ve bir nesil. Îman nesli. Bu nesli milli şef döneminde mahvetmeye başladılar. Tarlaları ve ekinleri yakıp yıkan düşman askerleri gibi bir nesli mahvettiler. Şimdi yeni bir îman-ahlak nesli yine geldi. Bu neslin ekicileri, ziraatçileri, mürebbileri üstazlarımız, alimlerimiz, liderlerimiz ve mürşidlerimizdir. Hak yolda sırat-ı müstakımde, Kur'anın ve Hadisin gölgesinde yaşama mücadelesi veren ekinciler ve ekinler. Verimli ekinlere bakıp kin ve buğzu kabaran tağutlar. ekinlerini korumaya çalışan ziraatcılar.

CANOGLAN'IN KAVALI


Bir varmış, bir yokmuş,
Allah'ın kulu kocaman bir tarladaki buğdaylardan çok-muş,
Biz bilmeyiz Allah bilir yarattığı kulun yapısını,
Açalım yeni bir masalın kapısını.
Herkes ömrünce yaşayıp göçer,
Bize mi verecekler dünyanın tapusunu?
Ülkelerden bir ülkede, köylerden bir köyde Canoğlan adında bir çocuk yaşarmış. Canoğlan, annesine bakar, küçük yaşına rağmen çobanlık yaparak evin geçimini sağlarmış. Çobanlıktan kazandığını anasıyla birlikte yermiş. Zaten kazancı çok azmış. Ancak karınlarını doyurabiliyorlarmış. Hatta bazen aç kaldıkları bile oluyormuş; ama Canoğlan çobanlığı severek yapıyormuş. O, koyunları koyunlar da Canoğ-lan'ı çok seviyormuş.
Canoğlan her sabah koyunları, kuzuları toplar dağlara götürürmüş. Akşama kadar yemyeşil otlardan doyasıya yinen koyun ve kuzuları akşam olunca gene biraraya toplar, köye getirirmiş.
Canoğlan o kadar koyunla nasıl baş eder, onları nasıl toplarmış? Elbette kovalıyla. Kavalını üflediğinde dağlarda yayılan, her biri bir tarafa giden koyunlar, hemen onun yanında toplanırmış. Köye girene kadar Canoğlan kavalını üf-ler, koyunlar da sıra hâlinde onu köye kadar izlermiş.
Günlerden bir gün Canoğlan, yine koyunlarını toplamış, dağlara götürmüş. Koyunlar akşama kadar yayılmışlar. Canoğlan onları toplamak için güzel güzel nağmelerle kavalını üflemeye başlamış. O sırada küçük bir kuzu kayaların üzerinden sıçrarken ayağı iki kaya arasına sıkışmış. Kuzu kendi diliyle; "Me, me!... Beni kurtarın." diye bas bas bağırı-yormuş. Canoğlan hemen yardıma koşmuş ama kuzuyu kurtarayım derken kavalını düşürmüş. Kaval kayalardan aşağıya yuvarlanarak gitmiş.
Kuzuyu kurtarmış ama kavaldan da olmuş. Kavalın sesini duyamayınca koyunlar tekrar dağılmaya başlamışlar. Canoğlan, onları zorla toplamış, köye getirmiş ve teslim etmiş.
Canoğlan çok üzgünmüş. Çünkü yeni bir kaval alacak parası yokmuş. Bir ağacın altına oturmuş ve ağlamaya başlamış. Kaval olmazsa çobanlık yapamaz, çobanlık yapamazsa da ne kendisinin ne de annesinin karnını doyuramazmış. ra kara düşünürken arkadaşı Ahmet gelmiş yanına.
- Ne oldu Canoğlan, niye ağlıyorsun? diye sormuş.
- Kavalım kayalardan aşağıya yuvarlandı, artık çobanlık yapamayacağım, demiş üzgün üzgün Canoğlan.
-Yenisini alırsın Canoğlan. Niye üzülüyorsun?
- Alamam, kazandığım ancak karnımızı doyurmaya yetiyor.
Ahmet, bir an düşünmüş sonra Canoğlan'a;
- Ben de sana hediye alırım, demiş.
- Senin paran var mı ki? diye sormuş Canoğlan.
- Birkaç aydır harçlığımı biriktiriyordum; bekle şimdi gelirim! demiş Ahmet koşarak gitmiş. Az sonra elinde paralarla geri dönmüş. Paraları Canoğlan'ın avucuna bırakmış.
Canoğlan;
- Bunu alamam, kim bilir aylardır ne almak için biriktiriyordun, demiş.
Ahmet;
- Senin ihtiyacın görülürse daha mutlu olurum, diye karşılık vermiş.
Birlikte köyün bakkalına gitmişler. Canoğlan'a iyisinden bir kaval almışlar. Ahmet ona bir de kocaman şeker almış. Canoğlan bu cömert arkadaşına nasıl teşekkür edeceğini bile içinden şöyle demiş: "Cömertlik ne güzel şey. Benim aram olursa ben de cömert olacağım."
Canoğlan evine doğru yola çıkmış. Bir yandan da elindeki kocaman şekere bakıyormuş. Hemen açıp yemeyi istemiş. Yolda durmuş. Şekeri tam açacakken annesi aklına gelmiş. "Bugün yiyeceğimiz yoktu. Anneciğim açtır şimdi." diye düşünmüş. Koşarak bakkala geri dönmüş.
- Bakkal amca elimdeki şekeri versem bana ekmek verir misin? diye sormuş.
- Olur Canoğlan, elindeki şekeri ver, ekmeği al, demiş bakkal.
Canoğlan'a ekmek vermiş. O da sevinçle koşarak evine gelmiş. Açlıktan midesi guruldamaya başlayan annesi, ekmeği görünce Canoğlan'ın boynuna sarılmış.
Canoğlan, şeker yerine ekmek aldığı için çok sevinmiş. Ben de cömertlik yaptım diye düşünmüş. Demek ki cömert olmak için çok param olmasına gerek yok, diye düşünmüş. Annesini sevindirdiği için kendi kendiyle gurur duymuş. O gün Canoğlan huzur içinde, yatağına yatmış.
Arkadaşı Ahmet'in yaptığı iyiliği hayatı boyunca unutamayacağını düşünmüş.
Yorgunluktan kapanan gözlerine karşı koyamamış ve tatlı bir uykuya dalmış.
Sema MAraşlı - Baba Bir Masal Anlat

TURNAYI GÖZÜNDEN VURMAK


Herhangi bir hususta uzun süre suskun ve hareketsiz kalındıktan sonra gerek tesadüfen, gerekse bilinçli olarak büyük bir başarı elde edildiğinde "Durdu, durdu da turnayı gözünden vurdu" deriz. Tecrübeyle değil de zamanın akışıyla ölçülen hemen bütün başarılar, bu deyimin değişik zaman kiplerindeki bir versiyonu ile izaha çalışılır. Deyimin ortaya çıkışı, bir avcı mübalağasına dayanmaktadır.
Avcılığın yaygın olduğu yörelerde genellikle avcılar kulübü gibi işleyen bir mekân bulunur ve bütün avcılar buraya gelip bol palavralı hikâyeler anlatırlar. Attıkları da konuştukları da saçma olan bu tip avcıların yalanlarına ve mübalağalarına diyecek yoktur. Pek çoğu hayal ürünü olan bu hikâyelerden birisi şöyledir:
Avcılar meclisinin en yaşlı ve güngörmüş üyesi olan Şikarizade Sayyat Ağa, bu mecliste anlatılanların hepsini huşu ile dinler, hepsine aferinler okur; ama kendisi hiçbir gün, bir hikâyesini anlatmazmış. Bu hal diğer avcıların dikkatini çekince, aralarında karar alıp demişler ki:
— Sanatına aşk olsun ey büyük avcı! Bunca yıllık ömrün ve bir nice eyyam av peşinde seyeran-ü deveran etmişliğin var muhakkak. Lütfeyleyip, bir hatıra da sen anlatsan da dinleyip istifade etsek... Hep bizler konuşuyoruz ve hep senin sustuğunu görüyoruz.
Şikarizade bir müddet nazlanmış, "Olmaz, bunu benden istemeyin lütfen!" gibi mazeretler ile geçiştirmeye çalışmış. Nihayet ısrar ve merak iyice artınca şöyle derinden derine bir iç geçirip:
— Aaaah!.. demiş. Ne olursunuz beni konuşturup meclisinizi yasa boğmayın ve beni gençliğimin en hazin hatırası ile yeniden yüzleştirerek derdimi tazelemeyin. Zaten ne vakit bu yürek parçalayan hatıra aklıma gelse, ciğerimdeki ateş çevremdekileri de yakıyor da o gençlik eyyamının utancı beni boğuyor...
Şikarizade Sayyat Ağa'nın bu sözleri, meclise bir alev topu gibi düşmüş. Herkes merak ve heyecan içerisinde, "Demek ki ortada çok duygusal ve acıklı bir av hikâyesi var," diye geçirmişler içlerinden ve tabiî anlattırmak için ısrarları artırıp bin bir dereden su getirmişler, teselli sözleri söylemişler. Avcılar meclisinde herkes tek kulak olup Sayyat Ağa'nın ağzına dayanmış. Çıt yok.
Bizimki önce bir yutkunmuş, eski meddahlar gibi oturuşuna yeni bir çeki düzen katarak başlamış anlatmaya:
— Efendim, avcılığa başladığımın ilk günlerindeydi. Toy bir delikanlı sayılırdım. Bir gün tüfeğimi omzuma, tazımı gölgeme alıp şöyle tek başıma bir sayt-ü şikar edeyim dedim. Bir sigara çekimlik mesafe gittikten sonra gökte bir turna gördüm.
Baktım yolu doğrultmuş, aheste aheste süzülüyor. İçimden "Şunu, dedim, zararsız bir yerinden, ayağından vurayım." Ben bunları düşünürken turna biraz uzaklaşır gibi oldu. Tam sağ ayağına nişan alıp çektim tetiği. İşte, ne olduysa o anda oldu. Zavallı turna, gagasıyla ayağını kaşımaya yeltenmez mi?!.. Ciğerim yandı gitti; ama elden ne gelir!?.. Kuşcağız şöyle iki yüz-üç yüz metre kadar bir mesafeye düştü. Tazım aldı getirdi. Baktım, tam da düşündüğüm gibi zararsız bir atış idi. Saçmalarımdan yalnızca biri, ayağına isabet edecek yerde, başı siper olduğu için sağ gözünden girip sol gözünden çıkmış? Kuşcağızın başka hiçbir şeyi yok. İlla iki gözü iki çeşme kanıyor. Ben hayatımın en büyük pişmanlığı ile ne yapacağımı şaşırdım. Tabii biraz toyluk da var. Kan tutmuş gibi donakalmışım. Kuş çırpınıyor, benim içim sızlıyor. Böyle ne kadar zaman geçti bilmiyorum; asıl hazin sahne o zaman yaşandı...
Sayyat Ağa sözünün burasında, bir ara verip önce iki kez bağrını yumruklar ve ağlamaklı bir eda ile iç geçirerek bir bardak su içer; sonra da acıyla yutkunup anlatmaya devam eder:
— Nasıl geldiler, nereden geldiler, ne kadar zamanda geldiler, bilemiyorum, baktım çırpınan kör turnanın üstünde bir bölük turna toplanmış dönüp durmakta. Bana doğru öyle bir ötüyor ve öyle kanat çırpıyorlar ki hayatımda öyle bir dehşeti başka bir gün yaşamadım. Af dilesem, hangisinden dileyeceğim. Konuşsam ne diyeceğim!.. Tam bir şaşkınlık hâli, sizin anlayacağınız. Birden, onların kendi dilleriyle ötüşüp anlaştıklarını gördüm. Hayret ki hayret! Kör turnaya bir şeyler anlatıyorlardı. Sonra onu aralarına aldılar ve yıldırım gibi havalandılar.
Dinleyenlerin şaşkın ve hayret dolu bakışları arasında Sayyat Ağa sözlerini bitirdi:
— İşte yarenler!.. Turnalar, katar halinde uçmaya o günden sonra başladılar. Aralarına aldıkları kör turnaya ses vererek uçuş istikametine yöneltmeyi o gün keşfettiler. Şimdi turnalar sırf o uğursuz günü bana hatırlatmak ve benden intikam almak için katar halinde uçmayı huy edindiler. Hatta bu haber dünyadaki bütün turnalar arasında yayıldı ve onlar benim yüzümden katar teşkil eder oldular. Böylece bir yerlerde anadan doğma bir kör turna var ise seslerine gelip yolunu bulabilsin. Geçenlerde o kör turna ki epey yaşlanmış, rüyama girdi ve dedi ki:
— Ey bütün zamanların en büyük üstadı! Biz, senden sonra bu cihanda böyle nazik, düşünceli ve hassas bir üstat avcı görmedik. İki gözüm senin sanatına feda olsun!
Şikarizade Sayyat Ağa'yı dinleyenlerden biri hayretinden patlar ve:
— Ehh!! Üstat, der, durdun, durdun; ama sonunda turnayı da gözünden vurdun. Pes doğrusu!..
İki Dirhem Bir Çekirdek - İskender Pala

9 Mayıs 2010 Pazar

ANNELER GÜNÜ

Tüm Annelerin Anneler Gününü Kutlarız...




8 Mayıs 2010 Cumartesi

Maher Zain-Open Your Eyes

çok beğendiğim bu klibi sizlerlede paylaşmak istedim.

6 Mayıs 2010 Perşembe

RESİMLİ YAZILAR

AYET-HADİS-DUA-VECİZE




NEVŞEHİR GEZİSİ

Nisan ayı içerisinde Nevşehir iline halamızı ziyaret etmeye gitmiştik. Bundan istifade gitmişken tarihi ve turistik yerleri görelim dedik. Ancak Turizm bakanlığının kontrolündeki yerlere girmek için ya 10-15 TL ücret ödemek gerekli idi yada müze kart almak. Biz müze kart almadığımız için ve her müzeye kişi başı 10-15 TL'yi ödeyecek kadar bonkör olmadığımızdan doğal güzellikleri gezmekte fayda gördük. Güzel yerler olduğunu söyleyemem kendi adıma ama değişiklik oluyor. Turistik yerler olduğu için hayat oldukça pahalı. Birde bizim yöremize istinaden daha kurak ve taştan başka bişi yok birde bol bol kilise var :)
Yusuf ve yeğenler de oldukça eğlendiler ve bolca fotoğraf çektirdiler. İşte onlardan bir demet...

Yusuf için farklı bir gezi idi. Yusufun bütün aksiliği üzerinde idi. Meraklı, çok bilmiş ve tatlı...

Hale oda çok mutlu idi ve Yusufla eğlencenin binini bir para ettiler.

Meryem pek bişiden habersizdi ama oda eğlenmiştir umuyorum.

Ahmet kesinlikle eğlenmiştir kuzenlerini ağarlamanın keyfini sürdü iki gün :)

Buda Nevşehir gezisinden kuzen portreleri...

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Hediyelerim Geldi :)

Evetttt başlıktan da anlaşılacağı üzere tiryaki de yapılan çekilişte kazanan şanslı bendim.En son dün maili geldi tiryakinin yolluyorum paketini demişti :)

Bende sabırsızlıkla bekliyorum.Ama cumaya ancak gelir her halde diye düşünüyordum.Az önce kapı çaldı ve eşim elinde paketle bana gülümsüyordu.Postacı gelddiii diye :)

Acaba ne diye hemencecik açtım.O an aklıma geldi aaa erken gelmiş.Aferim postacılar size dedim böyle hızlı çalışın işte :)
Neyse hemen açtım merak ta ediyorum neler çıkacak içinden diye önce şöyle şık bir paket ee resmini çekip eklemezsem hatırı kalır.tiryakicim özene bezene hazırlarda ben yayınlamaz mıyım?





sonrasında acele ile paketi açtım.açar açmaz muhteşem lavanta kokusu yayıldı odaya.tabi gülen güneşin sıcağınıda unutmamak lazım.Her biri birbirinde güzel hediyeler.nelerde neler doldurmuş kutuyu.Ellerine sağlık tiryakicim.Valla hepside çok şık çok şirin.künyemi taktım bile pekte yakıştı yani :)
Tekrar teşekkür ederim canım.Eline emeğine sağlık.





Siz söyleyin hadi çok güzeller değilmi?

Ispanaklı Pasta




Malzemeler:
1,5 su bardağı şeker,
3 Yumurta,
Yarım su bardağından fazla sıvı yağ,
1 bardak ıspanak(Parçalanmış hali )
1 Paket vanilya,
1,5 paket kabartma tozu,
2 su bardağı+2 yemek kaşığı un,
Süslemek için:
Damla çikolata,Antep fıstığı,kekin içinden bir miktar,Kivi,
Kreması için:
6 Su bardağı süt,
4 yemek kaşığı un,
3 yemek kaşığı mısır nişastası,
1,5 yemek kaşığı labne peyniri yada margarin

Yapılışı:
İlk önce güzelce yıkadığımız ıspanağımızın dallarını rondomuzda yarım bardak su ve sıvı yağıda ekleyerek çırpalım güzelce parçalanmasını sağlayalım.araştırma yaparken ıspanağın haşlandıktan sonra parçalanması yönünde bilgilere ulaştım.ama vitaminlerini kaybetmek istemediğim için ben çiğden parçaladım.

Genişçe bir cam kapta yumurta ve şekerimizi güzelce çırpalım.Arkasından da ıspanaklı sıvıyağlı karışımı ekleyelim.kaşıkla az miktar karışmasını sağlayalım.Daha sonra vanilya kabartma tozu ve unumuzu ekleyelim.iyice karışmasını sağlayalım.Yağladığımız tepsimize boşaltalım.Ben küçük kelepçeli kalıbımı(25 cm çapında) kullandım.tepsiden çıkarmak kolay olsun diye.
180 derece fırında içini çekene kadar pişirelim.içini çekip çekmediğini kürdanla batırarak kontrol edebiliriz.Kalıbımızın kelepçesini açarak keki çıkardıktan sonra bıçak yardımı ile keki ortadan ikiye ayıralım.İçinden bir miktar alarak ufak parçalara bölelim(ezilmiş fıstık gibi görünsün)

Kremanın yapılışı:
un,nişasta,şekeri tenceremizin dibine boşaltalım,sonrasında pütür olmaması için sütü yavaş ekleyerek iyice karıştıralım.sütün tamamını ekledikten sonra tenceremizi ocağa alalım.koyulaşana kadar sürekli karıştırarak kremamızı pişirelim.ocaktan indirdikten sonra labne ekleyerek mikserle iyice çırpalım.Pastamızın ilk katı başka büyük bir tepsiye alalım ve bir miktar krema dökelim ve yayılmasını sağlayalım.





Pastamızın ilk katı hazır.içine iri çekilmiş antep fıstığı ve damla çikolata ile kapladım.sonradan kivilerimide dilimleyip ekledim.2. kat kekimide üzerine yerleştirdim.kremasını tekrar üstüne döktüm.iyice her tarafını kaplamasını sağladım.





Üzerine içinden ayırdığım kek parçacıkları damla çikolata.antep fıstıkları ile süsledim.Servisten öncede üzerine vişne reçeli ekledim.
Afiyet Şifa olsun,Vitamin olsun :)

Not:ilk defa yaptığım bir tarif ve daha pişerken kokusu ile kendine çeken bir lezzet.Krema ile yaptım çünkü krem şanti gibi hazır ürünler kullanmak istemiyorum.Kesinlikle denemenizi öneririm.ıspanak olduğu belli olmuyor zaten.Ispanak yemeyenler için birebir lezzet şöleni :)
İstediğiniz gibi süsleyin sevdiğiniz ne varsa ekleyin :)