3 Kasım 2010 Çarşamba

GÜL YANAĞINDA


Sen ey gül, Açıp solan, kalmayıp giden, gülüp ağlayan-ağlatan, var-yok arası, hasret çiçeği, kanlı vadi, sevda tepesi, veda çölü, kalbin uzak coğrafyası, varlık ayinesi, ışık tuzağı, vuslat serabı, açıp solan, sahte müjde, kırılgan yâr, varlık kristali, yokluk kuyusu.
Sen ey gül, göğsümün kanının çiçeği, bu seher vakti, gün tomurcuklanmadan, ışık eşyaya vurmadan, açılmadan zamanın goncası, kapına geldim. Yola düştüm, kalbimde yatan gül aşkıyla, aklımı kanatan rengine vurularak. Yitiğimi bulmak, bulduğumu yitirmek için. ‘Veda’ tepelerinde kurulan devleti gül yaprağından devşirmek için, şifa gülünü, vefa gülünü, can gülünü, Sultan gülünü öpmek ve diriltmek/dirilmek için… Yitirmek için Leylayı ve Lâleyi, ‘la ilâhe’ diyebilmek için.
Sen ey gül, say ki bir bülbül yanıbaşında, ömrüm bir bülbül ağlayışında sesim gül şiiri, kelimelerim şebnem. Ve yağmurla yanağına düşürdüğüm gözyaşında Toprağına ölü olup uzanıyorum şimdi.
Sen ey gül, sen ne kadar gülsen, ne kadar gülersen, ne kadar kan dökmek istersen göğsümden, o kadar bülbülüm ben, o kadar ağlıyor, o kadar gülüyorum Senin için kanıyorum. Gülyüzüne kanıyorum.
Sen ey gül, hasretin de vuslatın da saadet bana, ki bir ömür ediyor hasretin.Varlığım mecnun bir diken olsa da, senin yanında kalıyorum, sana kanıyorum ya. Vuslat o kadar makbul değil, Belki, mümkün değil. Göğsüme her sokuluşunda soluşunu da yanında getiriyorsun. Öyleyse, sen kendini diken bil ey gül. Kalbime yetmiyorsun. Arzuma yetişemiyorsun. Yalnız gözüm kanıyor sana. Sahte ışıklar gibi. Gece ortası yıldız böceği. Varoldukça yok oluyorsun. Geldikçe gidiyorsun.
Sen ey gül, İlk, senin ayinende gördüm yüzümü. Senin yüzünde aşkımı keşfettim. Senin yüzünden derde düştüm. Bir seni senâ ettim, senin övgüne kandım. Seni yâr ve kendimi var sandım. Oysa bir ‘Ezelî Nazar’ın hatırına var değil miydik? “Gizliydim; görünmek istedim” diye düşmüş değil miydik varlık ayinesine. Ve ne ki, ve ne yazık ki, ve ne hüsran ki, birbirimizin yüzünde oyalandık. ‘Görünmek isteyen Cemâl’e kör kaldık ‘Görmek dileyen Nazar-ı Dekaikaşina’ya uzak kaldık. Varlık yâre oldu yüreğimizde, Yâr’in yolunda kaldık.
Sen ey gül, ben seni buldum, ben sana vardım, ben sende durdum. Ne çare, bulduğum yâr aradığım değildir, vardığım yöre kalınası değildir. durduğum yer kalası değildir. Yine de vefalısın, bilirim. O yüzden kanımı akıtırsın, O yüzden solarak sokulursun koynuma, Canımı acıtırsın ta ki, bulduğuma razı olmayayım, ta vuslatına kanmayayım, şairin “gül, ey saf çelişki” dediği diken değsin yüreğime. Leyladan geçeyim, Ferhatleyin benlik dağını deleyim, ta tahammülü kuşanıp, el açıp Ötelerin Sahibini dileyeyim, ta yalanı, solanı, eskiyeni yakayım, ta ki gül, kül olsun. ta perde perde açılsın gül yaprakları, ölümüm düğünüm olsun.
Ve sen ey gül, güllerin solduğu bu yerde, ellerin düştüğü bu yerde, gözlerin kapandığı bu yerde,
canların kanadığı bu yerde, sen ve ben neden birbirimize bakarız? Neden bunca sena, bunca sevda? Neden? Ben sende kalamam ey gül. Sen de bana kalmazsın.
Sen ey gül, yalan yanlış aşkların ülkesi. Yitik sevdaların yöresi. Buruk buluşmalar köşesi. Aşkın ve şiirin yakıcı gölgesi. Sen bende kalamazsın Ben sana kanamam. Seni sena ettiğim yeter artık, ey gül Senai’nin senâsı şairce değildir gerçi, ancak, seni sena etmenin bedelini ödemiştir. Nice gül yaralı şiirlere değmiştir dudağı. Gülyüzlülerin dergâhında gülücüksüz bırakılmıştır. Gülü yazmış, güle yazmamıştır. Gülü bilmiş, gülebilmiş değildir. Ağlamış, lâkin gözyaşı gül yüzlere değmemiştir. Yazık ki gül ağladığına değmemiştir. Gül muştusu beklemiştir ve hâlâ, beklemektedir. Şimdi, sen ey gül, Geri ver emdiğin gözyaşlarımı, gözüme dönsün yeniden kana buladığın çiğ taneleri ta “adımları parıltılı, alınları bembeyaz, dağılsın evrene gülün mestaneleri”
Sen ey gül, Sen Muhammed kokulu gül. Sen ey gül kokulu Muhammed [asm], “sen ki en büyük Gülsün, en çok gülü seversin söyle bahçıvanına, bir gül de bana versin.” Sen ey Gül, “sen ey bahar elçisi, sen ey kutlu güldeste senin için cansızlar bile canından geçer.” Değil mi ki Hafız Senin hatırına mahfuzdur ebediyen Fuzulî sözleri, Senin adına fuzulîyattan arındı. Şiraz’ın rüzgârında, Medine’nin göğünde, İstanbul’un yüreğinde Senin kokundur yâremizi sağaltan, Senin kokun Yâr’in vechine yüzümüzü çeviren. Sen ey Gül, Umarım ki yüzüm yüzüne değer. Duyarım ki, yüzün yüzüme güler. Ve bilirim ki, “gölgeler şehrinde gül, kimseye kalmayacak öteler şehrinde gül, bir daha solmayacak.” Solmayacak Gül, ve Nur’dan yaprakları olacak.
Senai DEMİRCİ

Hiç yorum yok: