19 Haziran 2012 Salı

Dost Dediğin...

Bir hükümdar bir gün, komşu ülkenin kralının ve hal¬kının zekiliğini ve bilgeliğini ölçmek İçin onlara bir hediye gönderdi. Bu hediye, görünüş ve ağırlıkta hiçbirinden farksız, altından yapılma üç küçük insan heykeliydi. Hükümdarın istediği, bu heykellerden hangisinin daha değerli olduğunun bulunmasıydı. Kral hediyeleri aldıktan sonra meclisini topladı. Önce kendisi heykelleri tek tek inceleyerek farkı bulmaya çalıştı. Ama bulamadı. Sonra da vezirler ve diğer saray mensupları aynı şeyi yaptı. Ama hiçbirisi heykeller arasında bir fark göremedi. Sıra ülkenin en akıllı insanların çağrılması ve bu farkı bulmalarının istenmesine geldi. Ama bu da işe yaramadı. Neredeyse ülkedeki herkes heykelleri inceledi, ama hiçbir fark bulamadı. Kral utancından kahrolacaktı. Sonunda, haksızlıklara karşı çıktığı İçin bir valinin hapse attırdığı bir genç saraya haber gönderdi ve bu bilmeceyi çözebileceğini söyledi. Kral gencin hapisten çıkarılıp hemen saraya getirilmesini emretti. Saraya, heykellerin önüne getirilen genç onları dikkatle inceledi. Üç heykelin de sağ kulaklarında küçücük birer delik olduğunu fark etti. Sonra bu küçük deliklere ince gümüş bir tel soktu. Birinci heykelde gümüş tel, heykelin ağzından, ikincide kulağından çıkıyordu. Üçüncüde ise, tel heykelin içinde kalıyor, dışarı çıkamıyordu. Genç bu durum karşısın¬da biraz düşündükten sonra, krala dönüp şöyle dedi: "Kralım, bu bilmecenin cevabı açık bir kitap gibi karşımızda duruyor. Yeter ki, onu okumaya çalışalım. Gördüğünüz gibi bu heykeller insanları temsil ediyor. Her insan birbirinden farklı olduğu gibi, bu üç heykel de farklı. "Birinci heykel, dostlarından duyduğunu hemen dışarı fırlayıp başkalarına anlatan insanları temsil ediyor, ikinci heykel, söylenenler bir kulağından girip ötekinden çıkan insanları anlatıyor. Üçüncü heykel ise duyduklarını kendisine saklayan ve ona göre davranan kimseleri temsil ediyor. "Kralım, bu özellikleri göz önüne alarak heykellerin de¬ğerine karar verebilirsiniz. Aynı şekilde dostlarınızın da en iyisini seçebilirsiniz. Kendinize sırdaş olarak kimi seçerdiniz? Hiçbir şeyi kendisine saklamayanı mı, sözlerinize sabun köpüğü kadar değer vermeyeni mi, yoksa sözlerinizi güvenilir biçimde saklayanı mı?"

29 Mayıs 2012 Salı

YUSUF VE ÇİÇEK

Merhabalar, Uzun zaman oldu ki birlikte olamadık. Bu zaman içerisinde oldukça fazla gelişme yaşadık. Ben babası olarak Hamza ile bizim dikkatsizliğimiz belediyeninde tedbirsizliği sonucu ufak bir kaza geçirdik. Kaza onucu kucağımdan benle beraber düşen Hamzanın köprücük kemiği çatlamıştı. Benimse bir kaç yerimde sıyrıklar ve kolumda derin yaralar meydana geldi. Davut hızlı birşekilde büyüyor. Ben ona cam göz ve sırıtık diyorum... Biliyorum sırıtık kulağa pek hoş gelmiyor. Güleryüz demek daha doğru olabilir fakat sırıtık daha bi yaramazca sanki. Konuşsan gülüyor Davut, sanki kollarını açıp kucağına uçmak için fırsat kolluyor. Allah'tan kanatları yok. Ama kucaktan iner inmez yaygarayı kopartıyor. Dışardan duyanlar bu çocuğa bişi yapıyorlar yada çimdikliyorlar, canını yakıyorlar öyle bi çığlık ve ağlama anlayacağınız... Hamzanın nev'i şahsına münhasır, efelenen, sertlenen, kızan, köpüren, restleşen bir yapısı var. Yemek sorunumuz devam ediyor. Birisi yedirirse ne ala, beyfendi başarmasına rağmen kendi kendine yeme konusunda oldukça isteksiz. Ancak tavukta böyle bir sorun yaşamıyor. Tavuğu alıyor eline Erol Taş kadar olmasa da bir but iki but götürüyor. Akılı ve zarif. Bir şey alırsa ağabeyinede alır, diğerlerine ise alıp alınmayacağını, isteyip istemediklerini sorar. Yusufsa daha bir gözü açık, daha bi hareketli ve sosyalleşti okul süresince, kendi fikirlerini açıkça söyleyebilen, kendine göre espri anlayışları, mimikler ve deyimler geliştiren bir çocuk oluyor. Ders konusunda bir sıkıntımız yok çok şükür. Yazısı sümer yazısı gibi, sümerler çivi ile yusuftan daha okunaklı yazarlar. Ama bu yaşta pek önemli olmadığını düşünüyorum. Matematikten nefret eden biri olarak matematik seven bir oğlumun olması oldukça sevindirici. Nedenide daha doğrusu Yusuf'un gerekçesi ise basit. Matematikte yazı yazma sıkıntısı... :) Son olarak bir sabah her beraber kaldığımız ilçenin yakınlarında bir gölet var. Kahvaltı için oraya pikniğe gitmiştik. Yusuf orada annesine çiçek toplamış. Benimde aklıma peşpeşe resimler çekip birleştirmek geldi. Ancak sanırım pek bi amatörce olmuş :) Beğeninize sunarak huzurlarınızdan ayrılıyorum... Herşey gönlümüzce olsun...

20 Mayıs 2012 Pazar

REGAİP KANDİLİ

Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ bu gecede müminlere ragibetler [ihsanlar ikramlar] yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur namaz oruç sadaka gibi ibadetlere sayısız sevaplar verilir. Regaib gecesini ibadetle geçirmeli kazası olan hiç değilse bir günlük kaza namazı kılmalı! Kazası olmayan da nafile namaz kılar Kur’an-ı kerim okur tesbih çeker tövbe istiğfar eder. Perşembe günü oruç tutup gecesini de ihya etmek çok sevaptır. Receb ayında oruç tutmak faziletlidir. Peygamberimiz (a.s.m)’ ın Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayıdır. Bu Receb ayında oruç tutmanın muazzam muhteşem sevabları var. Bir de bu ayda sevablar kulların defterlerinin sevab hanelerine bol bol dökülmesi dolayısıyla da recebül esabb denmiştir. Yâni sevabların bol bol şarı şarıl gürül gürül döküldüğü ay demek... Sabbe Arapçada dökmek demek... Nehrin de böyle dağlardan çağlayarak şaldur şuldur akıp da döküldüğü yere münsab derler; o da aynı kökten... Receb-ül esabb; Allah'ın rahmetinin cûşa gelip ikram ü ihsanâtının şarıl şarıl güldür güldür kullara geldiği ay demektir. Arifler ve din alimleri kitaplarında yazmışlar ki bu ay ekim ekme ziraat ayıdır. Sevaplı işler oruç tutmak tevbe etmek vs. güzel şeyler yapılır. Bir mahsulün ekilmesi gibi ziraat ekim ayıdır. Şa'ban bakım ayıdır. Ramazan biçim ayıdır yâni mahsulün alındığı aydır demişler. Demek ki Receb ayı bizi Ramazan ayına hazırlayan bir mevsimin ilk adımı olmuş oluyor. Onun için "Receb ayı tevbe ayıdır." demişler. Yâni kul ne yapacak?.. "Yâ Rabbi! Ben anlayamamışım hatâ etmişim bilememişim suçluyum kusurluyum; beni affet..." diyerek hatâsını itiraf edip hatâsından dönerek Cenâb-ı Hakk'ın yoluna girecek.

17 Mayıs 2012 Perşembe

AYET_HADİS_DUA_VECİZE

RESİMLİ YAZILAR_ÖĞÜTLER

BANDAJ

(Bilenler bilir. Bir gün bir haber verdiler, önce gazetelerde, sonra televizyonlarda... Duyanların kanını donduran bir haber... Yeni doğan yavrusunu bir çöp bidonuna bırakan anne, ne yazık ki bununla da yetinmemişti.) Bir hata yaptığını biliyorum. "Keşke yapmasaydın!" demek elimde değil. Zaten elimden bir şey gelmiyor ki... Parmaklarım küçücük, hemde çok güçsüz. Bir şey tutamıyorum. Ağzımı açmakta zorlansam bile, çok şükür ki gözlerimle konuşuyorum. "Karnın acıktığında, annen seni doyurur, süt verir" demişlerdi, beni çabucak büyüten, kuvvetlendiren... Şimdi soruyorum sana: Neden vermedin? Anneler yavrularını sevip öpermiş. Neden öpmedin? Bir yanımda sen, diğer yanımda babam duracakmış, öyle demişlerdi. Hiç olmazsa sen anne! Neden durmadın? Yumuşacık bir yatakta uyumayı beklerken, beni bir çöp bidonuna fırlatıverdin. Kollarında ısınmayı hayal ederken, kışın en soğuk gününde çıplak bıraktın. Buna rağmen seni affediyorum. Hepsine razıydım ama ağzımı neden bantladın bilemiyorum. Emin ol bağırmazdım, zaten gücüm yetmezdi. Yaptığın hatayı kimseye anlatmazdım. Bir açsaydın ağzımı, dudaklarımdan sökseydin o siyah bandı, sadece bir şey söylemek isterdim sana: "Seni seviyorum anne! Beni terk etsen bile, beni öldürsen bile seviyorum!" Cüneyd Suavi

25 Nisan 2012 Çarşamba

Cici Bir Çekiliş Var :))

Arkadaşlar sizlere yeni bir çekilişi duyurmak istiyorum.BLog sahibi arkadaşımız yaptığı çekilişte çok cici kurabiye kalıpları hediye ediyor.Hadi Bakalım Ya Nasip diyerek katıldım.Sayfaya ulaşmak için : turkishfoodsanddesserts.blogspot.com çekiliş sayfası

19 Nisan 2012 Perşembe

ÜÇÜ BİR ARADA

Yepyeni bir günden Merhaba diyerek başlamak güzel olurdu sanırım ama bize yine yepyeni bir akşamdan Merhaba diyerek başlamak nasipmiş. Geçtiğimiz hafta annem kroner yoğun bakımda yattığından dolayı bizi bir hayli üzmüştü. Bu hafta sonu onu ziyarete gittik aile olarak. Çok şükür eskisine göre daha iyi kolestrol çıkmış. Doktorda perhiz yapması karşılığında ilaç vermeyeceğini söylemiş. Allah hayırlı şifalar versin. Bizde uzun zamandır Yusuf'un isteyip gidemediği eğlence yada oyun merkezi olan Yunus AVM'nin eğlence salonuna gittik. Yusufla Hamza oldukça eğlendiler. Hamza biraz uykulu idi sanırım pek tadını çıkaramadı diyebilirim. Ama Yusuf uzun süredir istediği hatta çok istediği amacına kavuştu ve eğlendi. Bir kaç fotoğrafı tek bir fotoğrafta birleştirip kompozisyon yapmak oldukça güç en azından benim gibi bir acemi için. Yusuf bildiğiniz gibi 1. sınıfa gidiyor ve okuma yazmayı öğrendiler. Bu nedenle Okuma Bayramı adını verdikleri etkinlik vardı. Normalde yemek yemek konusunda geçinmesi zor biri olan Yusuf buradaki yemekleri, pastaları, meyve suyunu çok sevmiş olacak ki hepsini bitirdi ve görülmemiş bir iştah vardı kendisinde. Diğer görüntü yemek alım faslından kalabalık bir görüntü. Yusuf'u gece uyutmak bir hayli güç. Zorla yatırıyoruz desek yerinde tabir olur. Gerçi sanırım tüm çocuklar için böyle ama. Sol alttaki resimde ise 30 sn felan önce uyumayacağım baba deyip yastığa sırtını yaslamasıyla uyuması arasında 30 saniye geçmeden rüyalar alemine yolculuğa çıkan bir Yusuf görüyoruz. Diğerini söylemeye gerek yok eğlence merkezindeki mini havuzdaki kolla döndürülen çarklı kayık ve eğlendiği her halinden belli olan Yusuf ve bir süre çekişme ve yarışma heyecanı yaşadıkları bir başka erkek çocuğu :) Hamza ayrı bir alem. Gerçi her insan bir alem olduğu için Hamzada kendine has bir alem. Uykulu olduğu için helikoptere bindiği sırada gülümse sözüme verdiği poz komik geldi bana :) Diğeri Ejderha üzerinde eğlenirken süresi dolduğunda durması üzerine yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesi ile birlikte düğmeye basarken... Okuma Bayramı'ndaki yemek esnasında meyve suyu isterken bir görüntü eşlik ediyor bize... Büyükbabasını ziyareti esnasında oyun oynarken ve doyasıya eğlendiği sırada alınan bir poz zeminimizi oluşturuyor. Bu sıralarda Hamza oldukça gelişme gösteriyor. Kullandığı kelimeler çoğalıyor. Renkleri öğreniyor. Daha uyumlu ve daha neşeli... Daim olur ve artar inş. Üçü bir arada'nın son zinciri Davut. Şuanda onun hakkında pek bilgi sahibi olamıyoruz :) Çok hoş gülüyor. Sürekli ilgi istiyor. Uykuları düzene girdi. Kendi kendine yüzükoyun yere bırakıldığında dönebiliyor. Konuştuğunda senin kucağına gelmek istiyor ve hareketleniyor. Ağabeylerine sevgiyle gülen ve ağabeylerinden sevgi gören bir kardeş... :) Babaları :)

1 Nisan 2012 Pazar

İYİLİK ADINA


Karakışın tüm ağırlığıyla kentin üzerinde egemen olduğu günlerden birinde yol kıyısında yaşlı bir dilenci, gelip geçene sadaka için avucunu açıyordu. Tipi tüm hızıyla esiyor, yoldaki hiç kimse yüzünü, havada uçuşan kar tanelerinden saklayamıyordu.
Paltosunun kaldırdığı kürklü yakası ve şapkası arasında başını korumak isteyen bir genç, hızla evine doğru giderken, yaşlı kadını gördü. İçinden sadaka vermek geçti. Ama hava o denli soğuktu ki, eldivenlerini çıkarıp kadına para uzatmaya üşendi. Ama ona çok da acıdı. Bu dondurucu soğukta birkaç kuruşa gereksinimi olup, yol üzerinde dilenmek zorunda kalmanın ne denli kötü bir şey olduğunu düşündü.
“Zavallı sevgili yaşlı” diye seslendi kadıncağıza. “Senin işin çok zor. Kolay gelsin sana.”
Yaşlı kadına bu iki candan söz bile yetti. Delikanlının içten sözleri içini ısıttı. Sadaka almamasına karşın yine de, genç adama teşekkür etti.
Biraz sonra, yol üzerinden geçen atlı arabada oturan zengin bir adam da yaşlı kadını fark etti. Uşağına işaret edip, arabayı durdurttu. Zavallı dilenciye armağan vermek istedi. Cebinden para kesesini çıkarıp pencereyi açtı. Ama dışarıdaki fırtına sıcak arabaya öylesine hızla hücum etti ki, zengin adam kesesinden çıkardığı parayı hızla dilenciye doğru fırlattı, ancak attığı paranın bir peni değil, bir altın olduğunu son anda fark edebildi. Ama olan olmuştu...
Zengin adam, evine döndüğünde, hala dilenciye fırlattığı altını düşünüyordu.
Dikkatsizliği yüzünden o kadar büyük bir para verdiğini düşünüp, kendi kendine kızıyordu. Oysa, bir altın onun için üzerinde düşünülmeye değmeyecek denli küçük bir miktardı.
Aynı gece, fakir delikanlı da, kadını düşünüp durdu. Sıradan bir akşam sofrasını kurarken bile, kadının yoksul görüntüsü hep gözünün önündeydi.
Sonunda dışarı fırlayıp yaşlı kadının durduğu sokağa doğru koştu. Kadın hala oradaydı ve yarı donmuş elleriyle karlar arasında zenginin fırlattığı altını arıyordu.
Genç adam kadını evine getirdi. Birlikte sofraya oturup, yemek yediler.
O gece, Dünya İyilikler Defteri’ne zenginin fırlattığı bir altın yazılmadı bile. Ama ilk sıraya, iyi kalpli gencin iyiliği kaydedildi.
Alıntı

ALİ KIRAN BAŞ KESEN


Külhanbeyi ağzında "Ali kıran baş kesen" diye bir deyim vardır. Bıçkın ve acımasız serseriler hakkında kullanılır. Bu deyim aslında "Dal kıran baş keser" atasözünden galattır.
Atalarımızın, insanları ağaç ve bitki sevgisine teşvik için dal kıranın baş kesmiş kadar suçlu olduğunu belirtmeleri, eskiden beri Türk-İslâm töresinde ağaç ve bitki hukukunun derinliğini gösterir. Fatih'e atfedilen "Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim." sözü de bu anlayışın tezahürüdür. Ne ki, bizler "Dal kıran baş keser." sözünü "Ali kıran baş kesen" yapıp Anadolu'yu ağaçsız, bitkisiz bırakmışız. Doğu ve Güneydoğu'da bir tek yaprak olmaksızın uzayıp giden bozkırlar, bir millî ayıp değil de nedir? Devleti bir kalem geçelim, peki, bölge insanının ağaç sevgisi bu kadar mı azalmıştır?!.. Eğer öyle ise elbette "Dalı kıran başı keser." sözü "Ali kıran baş kesen"e dönüşmekte gecikmeyecektir. Çare, belki de bu sözü “Dal kıranın başı kesilir" şekline dönüştürmekten geçiyor. Ağaç dikmek geleneğini yitireli çok olmuş; bari ağaç katlinin önüne geçilebilse!..
İskenden Pala - İki Dirhem Bir Çekirdek

SÜTÇÜ TAY


Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
Çıta gibi hızlı, gelin gibi nazlı,
Asil kanlı, güzel bir tay varmış. Yarış atlarının yetiştirildiği bir çiftlikte doğmuş, orada büyümüş. Tayın anne ve babası gençliklerinde her yarışmanın birincisiymiş. Onlar artık yaşlandıkları için gözler güzel tayın üzerine çevrilmiş. Çiftlikte ona özenle bakıyorlar, önüne çeşit çeşit yiyecekler koyuyorlarmış.
Küçük tay, zamanla bu ilgiden dolayı şımarmış, kimseyi beğenmez olmuş. Diğer taylar ona "Kibirli Tay" ismini vermişler. Kibirli Tay;
- Buranın prensesi benim, hem güzelim, hem de soyluyum. İleride yarış atı olunca hiç biriniz bana yetişemeyecek-siniz, dermiş arkadaşlarına.
Bir küçük tay daha varmış çiftlikte. Bu tayın anne ve babası yarış atı değilmiş. Bir süt arabasını çekiyorlarmış. Bakıcısı bu küçük tayı yolda görmüş ve satın almış.
Kibirli Tay, sürekli;
— Senden yarış atı filân olmaz. Burada oyalanacağına git de süt arabalarını çek, diyormuş.
Günler günleri, aylar ayları kovalamış; taylar büyümüşler, at olmuşlar ve satışa çıkmışlar. En yüksek fiyata Kibirli Tay, en ucuza da Sütçü Tay satılmış tabiî.
Kibirli Tay, ona çok para veren sahibini utandırmamış ve girdiği ilk iki yarışmada birinci seçilmiş. Fakat Sütçü Tay de ondan çok geride değilmiş. O da her zaman üçüncü veya dördüncü oluyormuş. Ne var ki Kibirli Tay, girdiği bir yarışmada hızla yere düşmüş ve sakatlanmış. Sahibi de onu artık koşamaz diye bir çöp toplayıcıya satmış. Ayağı biraz iyileşince yeni sahibi onu bir çöp toplama arabasına bağlamış. Mahalle mahalle dolaşıp çöplere atılan işe yarar şeyleri topluyormuş artık bizim kibirli.
Kibirli Tay, düştüğü bu duruma çok üzülüyormuş. Geri kalan ömrü çöp arabalarında geçmiş. Alay ettiği Sütçü Tay ise bütün yarışların birincisi, kıymetli bir at olmuş.
Sema Maraşlı - Bana Bir Masal Anlat

31 Mart 2012 Cumartesi

Hilal Timurla Çekiliş :)

Merhaba arkadaşlar,dostlar...şöyle kısa bi merhaba ve çekiliş duyurusu ile sizlerleyim.Hilal arkadaşımız bir çekiliş hazırlamış..Kısmet belki bize çıkar :)
Çekiliş Sayfası