30 Ekim 2013 Çarşamba

CAN DEMİRYEL - UMUDUNU YİTİRME

Can Demiryel yorumu ile güzel bir şiir daha... Faydalı olması dileği ile...

28 Ekim 2013 Pazartesi

Ev Yapımı Domates Salçası



Uzun zamandır eklenmeyi bekleyen tarifim evde doğal katkısız domates salçası yapımı......



Malzemeler:Domates,Tuz,zeytin yağı
Yapılışı:
Ben domateslerimi yaz boyu biriktirmiştim.Melemen yaparken soyduğumuz kabukları,ezilen domatesleri Temiz bir kavanoza koyup biriktiriyordum.Her domates eklemede üzerine tuz ekledim.Kavanozda bekletilen domatesler iyice yumuşayıp sulanıyor,içinde biriken suları döküyoruz (resim1)

Kavanozumuz iyice  dolunca metal kevgire koydum(resim2)
Elimizle bastırıp sıkarak domates suları alttaki tencereye geçirilir.posaları başka bi kaba alınır(resim3)Bütün ezme işi bitince posalar tekrar kevgire koyulur 1 bardak kadar su eklenerek tekrar suyu alınır ve çöpe atılır.
büyük bir tencereye zeytinyağı konulur ocağımızın altı açıp biraz ısıtılır ve domates suyumuz tencereye koyulur(resim 4)
Kaynayana kadar harlı ateşte sonra kısık ateşte iyice koyulaşana kadar pişirilir(kapağını kapatırsanız etrafa sıçramayı önlemiş olursunuz)iyice koyulaşınca tuzu eklenir(bol tuzlu olursa uzun süre muhafaza edebilirsiniz)

Ocağımızın altını kapatığ cam kavonaza dolduralım.üzerine kapatacak şekilde zeytinyağı veya sıvıyağ dökelim(bozulmasın diye)
Bu şekilde yaz boyunca 4 kere salça yaptım.şişem 3 litrelik her seferinde yarım kilodan fazla salçam oldu,yani 3 kilo salça yapmış oldum.Bence çöpe atmaktan daha iyi bir yöntem.Domateslerimizi değerlendirmiş oluyoruz.

Eğer bu şekilde beklemeden salça yapmak istiyorsanız domatesleri büyük bir tencereye 4 e bölerek parçalayın.iyice pişirin soğumasını bekleyin.sonra aynı ezme ve pişirme yöntemini uygulayabilirsiniz.
Sağlıklı günler dilerim....Sevgilerimle :)


25 Ekim 2013 Cuma

HAYIRLI CUMALAR

9 - MİKDÂD b. AMR

Image Hosted by ImageShack.us

9 - MİKDÂD b. AMR


“Atının kendisiyle Allah yolunda cihada yürüdüğü ilk kişi, Mikdâd b. Esved’dir” diyor arkadaşları ondan söz ederken.

Mikdâd b. Esved dediğimiz bu kahramanımız aslında Mikdâd b. Amr’dır. Cahiliyye döneminde Esved b. Abdüyagus ile anlaşma yapmış, o da kendisini evlatlık almıştı. Bu nedenle Mikdâd b. Esved diye çağrıl­maya başlanmıştı. Fakat “evlatlık  edinmeyi” ortadan kaldıran âyet inince babası Amr b. Sa’d’a nispet edilmeye devam edildi.

Mikdâd ilk müslümanlardandır. Müslümanlığını açığa vurup ilan eden yedi kişiden biridir. Tabi ki yiğitlerin şecaati, havarilerin iyi hâli içinde, Kureyş’in eziyet ve işkencelerinden payını alarak...

Güzelliği asla pörsümeyecek şaheser bir tablo çizecekti onun Bedir’ deki durumu…

Yüce bir hâldi, gören herkes bu büyük hâle sahip olmayı isterdi kuşkusuz…

“Bir mecliste Mikdâd’ın bir tutumuna şahit olmuştum.” diyor Allah Resûlü’nün arkadaşı Abdulllah b. Mes’ûd: “Ona sahip bulunmak, bana dünyadaki her şeyden daha hoş gelirdi.”

Sıkıntının başladığı günlerdeydi... Kureyş’in şiddetli baskılar, inatçı ısrarlar, kibir ve azamet gösterdiği günlerdeydi...

İşte o günlerdeydi, müslümanlar gayet azdı ve daha önce hiç İslâm uğruna savaşla sınanmamışlardı. Bu onların yapacakları ilk gazve idi.

Allah Resûlü durmuş, yanındakilerin imanını yokluyor, atlı ve yaya olarak üstlerine yürüyen düşmanla karşılaşmak için hazır olup olmadık­larını sınıyordu.

Onlarla konuyu istişare ediyordu. Sahâbe biliyordu ki, Hz. Pey­gamber onların fikir ve görüşlerini istediğinde bunu hakikaten yapı­yordu (yoksa âdet yerini bulsun diye değil). Herkesten de gerçek görüş ve kanaatini istiyordu. Şayet birisi tüm topluluğun görüşüne ters bir görüş ifade edecek olsa bile ona herhangi bir güçlük ya da kınama yapılmaz-dı.

Mikdâd müslümanlar arasında savaş hususunda çekimserliği ola­bilecek kimselerin bulunmasından endişeliydi... Savaşın parolasını kesin cümlelerle belirtmek ve oluşumunda iştirak etmek için, kendinden önce kimse konuşmadan söz almaya karar verdi.

Fakat o daha dudaklarını kıpırdatmadan Ebû Bekir (r.a.) konuş­maya başlamıştı. Mikdâd gayet sakinleşmişti, Ebû Bekir diyeceğini de­miş ve çok güzel konuşmuştu...

Onu Ömer b. Hattab izlemiş, o da konuşmuş ve gayet güzel söy­lemişti.

Sonra Mikdâd öne geçti ve:

“Ey Allah’ın Resûlü!” dedi. “Yürü git Allah’ın gösterdiğine doğru, biz seninleyiz… Allah’a yemin olsun ki sana, İsrail oğulları’nın Musa’ya (a.s.) dedikleri gibi: “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız.” diyecek değiliz… Aksine deriz ki: “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşçılarız!.. Seni hakikatle gönderene andolsun ki şa­yet sen bizi kılıç deryasına götürsen bile seninle beraber hakkı tebliğ edene kadar kılıçsız da savaşırız. Allah sana fethi nasip edinceye dek sağında, solunda, önünde ve arkanda çarpışırız.”

Cümleler, atılmış kurşunlar gibi boşalmıştı... Peygamberin yüzü se­vinçten parıldamış, Mikdâd’a ettiği güzel duadan ağzı ışıldamıştı. Mikdâd b. Amr’in söylediği bu kesin sözler, inanan, salih toplulukta sevinç ya­ratmıştı. Öyle bir söz ki, kuvveti ve ikna gücüyle “söz” denen şeyi ortaya koyuyordu.

Evet, Mikdâd’ın konuşması inananların gönlünde gayesine ermişti. Ardından ensârın liderlerinden Sa’d b. Muâz kalkmış: “Ey Allah’ın Re­sûlü!” demişti. “Biz sana inandık ve doğruladık. Getirdiğin şeyin hak olduğuna şehâdet ettik ve bu hâl üzere sana ahid ve misakımızı verdik. Dilediğin şeye yürü, biz seninleyiz... Seni hakikatle gönderene yemin olsun ki, şayet bize şu denizi göstersen ve sen de dalsan, kuşkusuz biz de seninle dalarız. Bizden tek kişi bile geri kalmaz. Yarın düşmana bi­zimle karşı koymandan hoşnutsuzluk duymayız... Harpte sabırlıyız, (düşmanla) karşılaştığımızda sözümüzün eriyiz. Belki Allah sana bizim vasıtamızla gözünün aydınlığın gösterir... Allah’ın bereketi üzere götür bizi.”

Peygamberin kalbi sevinçle dolmuştu.

“Yürüyün ve müjdelenin!” dedi Allah Resûlü ashabına.

Ve iki topluluk birbirine girdi.

O gün müslümanların üç tane atlısı vardı: Bunlar Mikdâd b. Amr, Mersed b. Ebû Mersed ve Zübeyr b. Avvam idi. Diğer mücahidler ya yaya idiler yahut develere binmişlerdi.

* * *

Mikdâd’ın az önceki sözleri onun sadece şecaatini ortaya koymu-yor; aynı zamanda üstün hikmet ve derin düşüncesini de ortaya çıkarı­yordu.

İşte böyleydi Mikdâd…

Bilge ve akıllıydı. Hikmetini soyut kavramlarda değil; etkili prensip ve düzgün bir üslupta ifade ediyordu. Tecrübeleri de hikmet ve zekası­nın gıdasıydı denebilirdi.

Peygamber (s.a.v.) kendisini idareci olarak atamıştı bir defasında. Döndüğünde: “İdareciliği nasıl buldun?” diye sorunca, büyük bir sa­mimi­yet içinde şöyle cevap verdi Mikdâd:

“İdarecilik bana kendini öyle gösterdi ki, güya ben insanların en üstünüymüşüm de tüm herkes benden aşağıymış. Seni hakikatle gön­derene yemin olsun ki, kesinlikle bugünden sonra iki ki­şiye dahi baş­kanlık etmeyeceğim!”

Eğer bu bilgelik değilse nedir? Bu adam hakîm değilse, kim ha­kîmdir?

Benliğine ve zaafına kapılmayan bir adam…

Başkanlık yapıyor, benliğini kibir ve gurur kaplıyor ve kendi de bu zaafını anlıyor. Bunun üzerine, bu huylardan uzak durmak ama­cıyla bu tecrübeden sonra emirliği terk etmek ve kaçınmak için yemin ediyor. Sonra da yeminini tutup, emir olmuyor.

O Allah Resûlü’nden duyduğu bir sözü mırıldanırdı devamlı:

Mutlu kimse, fitnelerden uzak kalandır.”

O emirlikte aldatıcı bir kibir görmüştü. Öyleyse kendisinin mutlu­luğu ancak ondan uzak kalmakla mümkündü.

İnsanlar hakkında temkinli olarak yargıya varması da Mikdâd’ın bil­geliğinin te­zahürüydü.

Hz. Peygamber’den böyle öğrenmişlerdi. Hz. Peygamber onlara âdemoğ­lunun kalbinin kaynayan kazandan daha çabuk değişim gös­terdiğini öğretmişti.

Bundan ötürü o insanlar hakkındaki son yargısını ve kanaatini, ki­şinin ölüm anına kadar geciktirirdi. Ta ki hakkında yargıya varacağı kimsenin değişmeyeceği ve hayatına yenilik girmeyeceği kesinleşinceye kadar…

Bir sohbet esnasında sergilediği tutum, onun hikmet ve yüksek anlayışını hemen belli ediyor.

Arkadaşı bunu şöyle anlatıyor:

“Bir gün Mikdâd’la otururken, adamın biri yanımızdan geçti ve Mikdâd’a dönerek şöyle dedi:

­- Allah Resûlü’nü (s.a.v.) gören şu iki göze ne mutlu! Allah’a yemin olsun ki gördüğünü görmek, şahit olduklarına şahit olmak isterdik.

Mikdâd da ona:

- Allah’ın kişiden gizlediği manzarayı istemeye kimsenin hakkı yok­tur. Kişi şayet o döneme erişmiş olsa da, o dönemde nasıl olacağını bilemez. Allah Resûlü ile aynı zamanda yaşamış öyle kimseler var ki, Allah bunları burunları üstü ateşe atmıştır. Siz bunların duçar oldukları belâdan sizi uzak tutan ve sizleri Rabbi’ne ve Nebî’sine inanan insanlar kılan Allah’a hamd etmez misiniz?!”

İşte hikmetin ta kendisi…

Allah ve Resûlü’nü seven her mü’min Hz. Peygamber (s.a.v.) dö­neminde yaşamayı ve onu görmeyi temenni eder.

Fakat hikmet ve maharet sahibi Mikdâd bu istekteki kaybolmuş uzaklığı açığa çıkarıyor.

Bu arzuyu taşıyan kimsenin, o günlerde yaşasaydı cehennem eh­linden olması ihtimal dahilinde değil midir? İnkârcılarla beraber inkâra yönelmesi yine bir ihtimal olarak önümüzde durmuyor mu?

Öyleyse Allah’ın, İslâm’ın istikrar bulduğu asırlarda yaşamayı nasip ettiği ve affıyla kuşattığı kimsenin Allah’a şükretmesi gerekmez mi?

Mikdâd’ın görüşü buydu. Her hâli tecrübeli, sözleri hikmet ve akılla yoğrulmuştu.

* * *

Mikdâd’ın İslâm’a olan sevgisi büyüktü, aynı zamanda anlayışlı ve hikmetli idi. Sevgi büyük ve hikmetli olunca, büyük bir insan ortaya koyar ki, bu insan, sevginin iyi hâlini bizatihi kendinde değil, sorumlulu­ğunda bulur.

Mikdâd’ınki de böyleydi…

Peygamber sevgisi, Mikdâd’ın kalp ve şuurunu sevginin mesuliyeti ile öyle doldurmuştu ki… Bu, Peygamberi koruma sorumluluğu idi. Medine’de bir olumsuzluk duyulur duyulmaz, Mikdâd soluğu, Peygam­berin kapısında alırdı.

İslâm’a olan sevgisi, onun kalbini, İslâm’ı himaye sorumluluğu ile doldurmuştu... Sadece düşmanların tarafından gelecek tehlikelerden değil, dostların hatalarından da korurdu.

Bir gün bir seriye ile beraber çıkmıştı. Düşman onları ablukaya muvaffak olmuştu. Seriye emiri, hiç kimsenin hayvanını otlatmaması emrini vermişti. Fakat müslümanlardan biri, emri iyi bir şekilde haber alamadığından dolayı emre aykırı hareket etmişti. Bunun üzerine emir­den aşırı bir ceza görmüştü. Belki de normalde hiç ceza almaması ge­rektiği hâlde.

Mikdâd ağlayıp sızlayan bu adama rastladı, durumu sordu. O da açıkladı.

Bunun üzerine Mikdâd adamı yanına alıp, doğruca emire gitti, onunla tartışmaya başladı. Sonunda emir hatasını kabul etmişti.

“Şimdi kısas hakkını ver bakalım.” dedi.

Emir kısası kabul etmiş; ama asker bağışlamış ve vazgeçmişti. Mikdâd bu büyük tablo ve onlara bu izzeti bahşeden dinin yüceliği kar­şısında mest olmuş ve:

“Ben öleceğim; fakat İslâm aziz kalacak!” demişti.

Evet, bu onun idealiydi. Kendi ölecek; fakat İslâm aziz kalacaktı. O da diğer sahâbe gibi bunu gerçekleştirmek için devamlı bir çaba içinde olmuştu. Sonunda bu çabası onu Allah Resûlü’nün şu sözüne layık kılmıştı:

Kuşkusuz Allah bana seni sevmeyi emretti. Kendisinin de seni sevdiğini haber verdi.”

 
Halid Muhammed Halid - Yeryüzü Yıldızları Image Hosted by ImageShack.us

22 Ekim 2013 Salı

İnsanlığı nasıl kısırlaştırıyorlar?

İnsanlığı nasıl kısırlaştırıyorlar?
Üzerimizde bilinçli olarak oynanmış oynamalarla ilgili çarpıcı ve abartısız gerçekler. Gözlerinizi ve aklınızı dört açarak izleyin lütfen.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Onlar Gecelerde De Kıyam Ederlerdi


Onlar Gecelerde De Kıyam Ederlerdi

Kur'an'ı Kerime baktığımız zaman görürüz ki, gece ile ilgili ayetler, gündüz ile ilgili ayetlerden daha çoktur. Gece kelimesi 92 yerde geçmesine rağmen, gündüz kelimesi Kur'an'ımızda 57 yerde geçmektedir. Ve yine gece ile alakalı 92 ayetten 20 tanesi ise gece ibadetini açıklamaktadır. Yine Kur'an'ımıza baktığımızda, Rabbimiz gece üzerine yemin etmiştir. Duhan suresi 3. ayet ve Kadir suresi 1. ayette Kur'an-ı Kerimin gece inmeye başladığı haberi vardır.

İnsanın Allah'a en fazla yaklaşımı olan İsrâ hadiseşi gece olmuştur. "Sonra ona yaklaştı ve sarktı. İki yay kadar yahut daha yakın oldu. Allah vahyettiği şeyi bunun üzerine vahyetti:" (Necm suresi: 8-9-10)
        Gece ile alakalı Kur'an bilgilerimize devam ediyoruz: Nüzul sırasında üçüncülüğü alan Müzzemmil suresi, gece ile alakalı ibadetler üzerinde durur ve teferruatıyla birlikte anlatır. Halbuki gündüzü yani gündüz vaktini teferruatıyla anlatan herhangi bir ayet nazil olmamıştır. Yüce Mevla, Resûlümüze zamanı iyi kullanma dersini vermek için kıyamü'1 leyl'i (gece kıyamım) emretmiştir.

Yukarıda belirtilen temel bilgilere bakarak şöyle bir karara varmak mümkündür: Gerek âhiret kurtuluşunu isteyen müslümanların ve gerekse İslâm'ın tekrar yeryüzüne hakim olmasını isteyenlerin gece kıyamına önem vermeleri asli bir görev olsa gerek.

Mevzuya böyle bakmaz ve: "Gece kıyamı Hz. Peygamber'e farzdı, ümmetine nafiledir, veya gece kalkarsak sevap alırız, kalkmazsak günah yoktur" diyerek işi basite alırsak, kendimizi bir hatanın içine atmış oluruz.

ŞİMDİ GELELİM MÜZZEMMİL SURESİNE

"Ey örtünüp bürünen, gecenin yarısında, istersen biraz sonra istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur'an oku. Doğrusu biz, sana, taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır." (Müzzemmil 1-7)

O DİYARIN SAKİNLERİNİN itaat anlayışına bakınız ki, yukarıdaki ayeti kerimenin gereğini, yüce Peygamberimiz tatbik eder. ve onlar da Peygamberimize uyarlar. Hatta ayette bildirilen zaman dilimini koruyamama endişesiyle tüm geceyi ibadetle geçirirler. Birçoğunun ayakları ve bacakları şişer.

Surenin 20. ayeti , nazil olup, gece kıyamım hafifleştirinceye kadar o diyarın sakinlerinin gece olan tavırları devam eder. Rivayete göre ilk inen ayetlerle, gece kıyamını hafifleten son ayetler arasındaki nüzul zamanı 8 ay ile 10 yıl arasıdır.

UMUMİ HATLARLA GECE KIYAMI VE İBADETİ

Gece ibadet ve faaliyetleri her zaman tavsiye edilmiş, bizatihi Rabbimiz tarafından teşvik edilmiştir. Allah yolunda yetişmiş salih kullar, büyük insanlar devamlı olarak gecelerin manevi ve besleyici sofralarından gıdalanmışlardır.

Dünya ve ukbanın tek kılavuzu olan Yüce Resûl ne güzel buyurmuş: "Size gece kıyamını tavsiye ederim"

"Sizden önceki salih kulların adetidir. Gece kıyamı sizi Rabbinize yaklaştırır. . Günahlardan koruyucudur. Kötülüklere keffarettir ve bedenden hastalığı kovucudur." (Tirmizi)

Görülüyor ki gece belli bir vakit uyanık durmak, bedenlerde birikebilecek pislikleri atmanın en güzel yoludur.

Gece kıyamına kalkmayı adet edinmiş olanlar, bazen kalkmaya niyet ettikleri halde uykuları galip gelip kalkamasalar dahi yine, kazanç içindedirler:

"Hiç kimse yoktur ki, geceleyin uykusu galebe çalarak terkettiği bir gece namazı bulunsun da, o kimseye, o namazın sevabı yazılmasın." (Muvatta.)

GECE KIYAMINDA NELER YAPMALI?

O diyarın sakinlerine baktığımızda. Görürüz ki, onların gece ibadetleri oldukça zengindi. Teheccüd namazı, Kur'an tilaveti, İlmi müzakere, istiğfar, gözyaşı ve zikir. Hatta onlardan bazıları gece kalktığında aile fertlerine vaaz ve nasihatta bulunurlardı.

GECE KIYAMININ MEYVELERİ

1. TEHECCÜD: Uyku anlamına gelen "hücud" kökünden gelir. Gece kılınan namaza verilen bir isimdir. Kelime manasıyla teheccüd, uykuyu gidermek, birini uyandırmak demektir. Peygamber Efendimiz teheccüdü namaz kılarak geçirdiği için fıkıhta teheccüd, gece namazı kılmak şeklinde anlaşılmıştır.

Herhangi bir ibadetin teheccüd olabilmesi için, bir süre uyuduktan sonra kalkılması gerelâr.

Teheccüd, Sevgili Peygamberimize Makam-ı Mahmudun verilmesine sebep olmuştur. Ruhi yüceliklere ermek isteyen her müslüman teheccüd sebebiyle bu makamdan hisselenebilir.

Farz namazlardan sonra en efdal namaz teheccüde kalkmak durumunda olanlara, öncelikle iki rekat hafif bir namaz tavsiye etmiş, teheccüdün geriye kalan kısımlarına, bu namazın sanki bir başlangıç olduğu hissini vermiştir.

2. KUR'AN TİLAVETİ: Teheccüdümüzün en önemli meyvelerinden birisi şüphesiz Kur'an okumaktır. Hem de yavaş yavaş, manasına ere ere Kur'an okumak. Hz.Muhammed (sav) Efendimiz;"Kim geceyi, on ayet okuyarak ihya ederse, gafillerden yazılmaz" müjdesini vermiştir. (Ebu Davud: Salat: 326)

3. İLMİ MÜZAKEREDE BULUNMAK: Teheccüdün bir diğer meyvesi, gece kıyamında ilim için çalışmaktır. İmam Buhari hazretleri, Sahihinde ve İlim bölümünde "Geceleyin ilim öğretmek ve vaaz etmek" başlığında bir bab açmıştır.

4. İSTİĞFAR VE GÖZYAŞI: Gece kıyamının unutulmaz manevi hatıralarından birisi de Allah için istiğfar edip ağlamaktır. Kara sineğin başı kadar gözyaşına sahip olanların âhirette ağlamayacağı ve onlara ateş dokunmayacağı müjdesi vardır. Geçmiş ve gelecek zelleleri (hataları) affedilmiş bir Peygamber, günde 70 ya da 100 defa istiğfar ettiğine göre, bizlerin gece kıyamında ne yapmamız gerektiğini anlamamak mümkün değildir.

5. ZİKRULLAH: Kur'anda tam 250 yerde geçen zikir kelimesi, çok geniş bir manayı içinde taşır. Bu kadar geniş manaya sahip olan zikir hususuna küçük çaplı bir açıklık getirmek istiyoruz: Zikir üç halde yapılır:

1. Dille yapıları zikir: Ayet okumak, Allah'ın isimlerini okumak ve Allah için dinini anlatarak sözcülük yapmak

2. Kalp ile yapıları zikir: Niyet. Herhangi bir ameli yaparken işin, Allah için niyet hatırlamak, azaların zikridir.

Görülüyor ki, zikirin sadece tespih tanelerini çevirerek AllahLailahRFG5432e illallah demek değildir: Zikir yapılması icap eden bir ameli yaparken, o ameli emredeni hatırlamaktır.

Burada bir noktaya parmak basmak istiyoruz:

Mürşid kontrolünde yapıları zikirlerin durumunu hesaba katmamak, milyonlarca irfan ordusunun gece kıyamına iftira olur. Şimdi o güzel salih kulların meseleye bakışlarını özetlemeye çalışalım:

- Zikir, emreden ve yasaklayan varlığı göz önünde tutmaktır. Ancak, Allah'ın isim ve sıfatlarını söylemek suretiyle yerine getirilen zikir, şer'i sınırlara riayette meydana gelecek olan zikre bir vesiledir. Yüce Allah'a tam bir muhabbet olmadan bütün işlerde şeriatın hükümlerine riayet etmek çok zordur. Söz konusu muhabbet, Mevlanın isim ve sıfatlarını zikretmeye bağlıdır. Bir adam, bayan birisini, güzel vasıflarıyla başka birine anlata, anlata, o adamın gönlünde ona karşı gıyabi bir aşk uyandırır ve ona hayalen aşık olur. İşte Allah'ı zikretmenin evveli böyledir. Ve insanın aşık olduğu kimse için yapmayacağı bir fedakarlığı yoktur."
        Görülüyor ki, izne bağlı olarak yapıları zikir, tüm zikre bir nevi ön hazırlıktır. Çünkü. namaz kılmak, örtüye bürünmek, hacca gitmek, ana-babaya itaat etmek vs. bunların hepsi zikirdir. Yeter ki bu zikirlerin tatlı ve muhabbetli olması söz konusu olsun. Müslümanın her yaptığı ameli işlerken, o ameli emredenin, o amel ile alakalı direktif ve talimatlarını bilmesi ve .hatırlaması zikirdir. Tasavvuf erbabı, talebelerine bu mevkiyi kazandırmanın formülleri üzerinde durmuşlardır.

Tüm müslüman kardeşlerimizi gece kıyamına davet ediyor, gece kıyamının neticesinin, gündüz kıyamına sarkması olduğunu söylüyoruz.

4 Ekim 2013 Cuma

ÇORUM BLOG VE SİTE YAZARLARI BULUŞMASI :)

Merhaba arkadaşlar çoruma taşındıktan sonra birkaç kez çorumlu site ve blog sahiplerini aramış ama bulamamıştım.sonrada yine kendi halinde bir ben olarak hayatıma devam ettim, ta ki geçen hafta ab-ı hayat arkadaşımızdan mesaj alana kadar.tabi çok heyecanlandım ve de mutlu oldum :) Arkadaşımızın yoğun çabaları sayesinde bu gün buluşmayı başardık :)
Neredemi buluştuk? Ben 1 yıldır çorumda olmam nedeni ile bilmediğim bir isim ve yerdi doğrusu Gülbeşeker güzel ve leziz pasta kurabiyeler ve kahvaltı menüsü ile bu gün biz blogçulara hizmet etti bizde memnun olduk.Her şey çok güzeldi ellerinize sağlık türkan hanım :) tekrar teşekkürler....

Sponsor firmalarımızada ayrıca çok teşekkür ediyoruz göndermiş oldukları o güzel hediyeler için.
Hatap Değirmenleri , Keramika , Doğadan Çay , Es Tuz ' a çok  teşekkür ediyorum.Bu güzel günde bizleri yalnız bırakmadılar :) Bol hediyeli bir gün oldu :)


Blog Kardeşliğini Kahvaltı ile bütünleştirdik.Sohbet ve ortam güzeldi İnşaAllah devamı gelir.Ben çocuklardan mıdır yoksa biraz evciyim galiba, pek biyerlere çıkmıyorum(galiba ikisi bi arada)
Bu arada arkadaşlarımın adreslerini de paylaşmak istiyorum.

www.arzuyagore.com
http://bengisu-abihayat.blogspot.com/
http://modavesaireburcu.blogspot.com/
http://tosbagalarr.blogspot.com/
 http://gulcanmutfakta.blogcu.com/
sonra arkadaşlarla vedalaşıp arabamız tamirde olduğu için koştum otobüse(arabanın kıymetini bir kez daha anladım)davut ben hediyelerle dolu bebek arabası :)
Hamzacıkın okul çıkış saatine okula yetiştim.mahallemizde yağmur sonrası su ve çamur birikintileri var oralara daldık çıktık.rap rap ta rap rap şap şap eğlence süperdi onlar çamurdan çocuklar oldular bende kamera ve fotoğraf çekip güldüm :) Ha bu arada 2 komşumda garipsedi bu durumu. her yerleri çamur oluyor,ıslanıyor üşüyecekler,hasta olurlar..... bende bak ne kadar eğleniyorlar,az daha oynasınlar birazdan kaçarız eve dedim.15 dk kadar oynadılar ama süperdi.....

Hamza hem çok seviyor hemde sanki ayakları ve kıyafeti kötü olacak endişesi taşıyor ''bırak oğlum olsun değişiriz birazdan oyna dedim saldı kendini çamur deryasına el, yüz, bacaklar, kıyafetler herşey çamur :)

Oleyyy Süper süper kahraman çamur çocuk hamza...Bu aralar bi süper hamza olduma taktı kapşonunu geçirip süper uçuşlara geçiyor :)

Davut abisi ne yaparsa aynısını yapıyor rap rap peşinden ayrılmıyor.kocaman bi su birikintisine elini vurunca zavallıcık yüzü çamurlanıyor,ama pek hoşnut değil hemde şaşkınca nasıl bi tepki verecek bilemedi :) Bu da ne böyleder gibi sanki :))... Onada motivasyon bak abi napıyor git hadi sende yap :)
Koşup eğlenceye devam ediyor :)

Eğlenceye devam...Sizcede değmezmi bu güzellik için çamurlu kıyafetler, eller :) Kısada olsa mutluyuz böyle :) Davudum sonrasında kedi kovalıyor.O minik eller yakalamaya çalışıyor gel diyor ama yok kedicik kaçıyor.Sonrasında feryat fiğan ağlayarak eve koşuyoruz.Bütün kıyafetler makinaya tabi....Temizlenip paklanıp yatırıyorum yavrularımı.Onlar dinlenirken bende hediyelerimi açıyorum,fotoğraflıyorum......

Hediyelerin hepside çok güzel es tuzun çeşitliliği Denemeye değer doğrusu....
Daha önce hatap un kullanmamıştım hiç bakalım şöyle güzel bi kek denemesi yapıp paylaşacağım en kısa zamanda...
Çay sevmeyen vede içmeyen biri olarak Doğadanın çaylarını kullanıyorduk zaten ben bitki çaylarını eşim normal çaylarını beğenerek kullanıyor, kullanmaya devam:)
 Hele keramika'nın Kırmızı çerezliğine bayıldım

Güzel bi gün daha akşam oldu Ben hazırlayıp ancak paylaşabildim....Kocaman sevgilerimi yolluyorum hepinize....Mutluluklar,sağlık,huzur sizinle olsun :)

3 Ekim 2013 Perşembe

AYET-HADİS-DUA-VECİZE

Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us Image Hosted by ImageShack.us

RESİMLİ YAZILAR ÖĞÜTLER

Hayatının Tamamı Güzel ve Mânâ Doluydu


 
O DİYARIN SAKİNLERİ'NDEN yiğit bir kadındı. Hendek savaşı için sayıca on bin dolaylarında küfür ordusu Medine'ye gelmişti. Yüce Resûl tedbir açısından şehirdeki kadın ve çocuklar emin bir yere toplatmış ve başlarına da erkek bir sahabe vermişti. Fırsatı kollayan müslüman gözüken münafıklar ellerine kılıçlar alarak, toplanmış kadın ve çocukları imha edeceklerdi. İçlerinden birini öncü göndererek, kadınların başlarında erkek muhafızlar olup olmadığını anlamak istediler. Yahudi gözcü kadınların bulunduğu yere doğru gelirken Safiyye isimli yiğit bir kadın adamı gördü ve niyetini anladı. Başlarındaki muhafıza giderek, o adamın başının kesilerek kendisine getirilmesini söyledi. Ancak muhafız çekindi ve biraz korkak davrandı. Hz. Safiyye bir çadır direğini sökerek eline aldı ve gitti yahudinin başına vurarak öldürdü. Sonra başını kesti ve gözcü Yahudiyi bekleyenlerin üzerine fırlattı. Yahudi münafıklar anladı ki kadınların başında erkek muhafızlar var. Hemen geri çekildi ve evlerine dağıldılar.

Elbette ki bu hadise ile dantelli bacılarımıza küçük çaplı bir uyarı olur. Göz nurlarını ipliklere, oyalara mahkum eden kardeşlerimizin de fikir dünyalarına küçük bir neşterdir. Bu diyarın sakinleri İslâmî hareket dediğimiz salih amelin içerisine müslüman erkek ile müslüman kadını da katmalıdır. Hem de ölçüsünü, sırrını inandığı dinden öğrenerek. Bacılarımız da bu .konuda cahiliye ile anlaşmaya varmayan ve varması mümkün olmayan erkek kocalarını, babalarını, kardeşlerini ve din kardeşlerini desteklemelidirler.

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Adı Ümmü Süleymdi. Ebu Talha ile evlenmiş ve bu izdivaçtan Ebu Umeyr isimli bir çocuk dünyaya gelmişti. Küçük çocuk hastalanmış ve hastalığı artmıştı. İşi sebebiyle evinden ayrıları babası bir daha çocuğunu sağ olarak göremeyecekti. O işine gider gitmez çocuk vefat etmiş, annesi ise büyük bir soğukkanlılıkla çocuğunu yıkamış, kefenlemiş ve evinin münasip bir yerine koymuştu. Oruçlu olarak evden ayrılan kocasının geliş saatinin yaklaştığında kokulanmış ve evde mevcut olan nimetlerle zengin bir sofra hazırlamıştı.

Ebu Talha eve dönmüş, hazır sofraya oturarak iftarını açmış ve çocuğunu sormuştu. Ümmü Şüleym, çocuğun sükûnet içinde yattığını, gayet iyi olduğunu söylemişti. Ebu Talha bundan memnun kalmış ve huzur içinde yatmıştı. Gece olunca, hanımı nefsini efendisine arzetmiş ve kocasını bu yönden memnun etmişti. Sabah olunca, kocasına şöyle diyordu:

-          "Birşey sormak istiyorum. Bir kimse birine emanet bir şey verse, zamanı gelince geri istese vermek gerekir mi, gerekmez mi?" Kocası:

-          "Elbet geri vermek gerekir. Ne hakla onu tutabilir ki?" Ümmü Süleym:

-          "Oğlun Allah'ın bize emaneti idi. Allah emanetini geri aldı."

Ebu Talha çok üzüldü. Daha önce haber vermediği için hanımına sitem etti.

İşte hadisenin püf noktasını burada yakalıyor ve bu diyarın sakinlerine takdim etmek istiyoruz. Öyle ya, çocuğu ölen kadın acaba çok mu merhametsizdi. Akşamdan sabaha kadar niçin söylememişti? Sebebini yine ondan dinleyelim:

- "Kocam oruçluydu. Eğer çocuğumun ölüm haberini akşamdan verseydim; buna çok üzülecek yemek yiyemiyecek ve perişan olacaktı. Buna gönlüm razı olmazdı."

İşte bu diyarın sakinlerine kalıcı ve ibretlerle dolu bir mesaj. Cennetlik hatunların, kocalarının üzülmelerine bile tahammülleri yoktur. Bu diyarın sakinleri: "Bize bu kadar niçin yükleniyorsunuz? öyle kadınların, öyle kocalan vardı" gibi bizlere

O Diyarın Sakinleri 61 sitem etmesinler. Sadece şu hususa bir göz atsınlar; Cihad, edeb, takva yönleriyle destekçi oluyorlar mı olmuyorlar mı?

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Kendisi güzel ve zengin, evleneceği erkek ise îman safının dışında kalmıştı. Erkek, bu evlilikte ısrar ediyor, kadın ise onun îman etmesinde direniyordu. Allah'ın hidayeti imdadına yetişmiş ve erkek de mü'minlerden olmuştu. Kadın bunu duyunca hemen haber göndermiş:

- "Şimdi evlenebiliriz. Senin getirdiğin bu şehadet kelimesi benim mehrim olsun. başka bir şey istemem" demişti. Bu diyarın sakinleri olan müslüman kızlarımız şimdi düşünmeliler. İslâm'ın sunduğu mehri almaya haklarının olduğunu bilerek düşünsünler:

- Sizi istemeye gelen müslüman bir gencin, tağutu reddetmiş olması, namuslu ve iffetli yaşaması, cihad etmek için can atmış olması, uçkurunu yasak yerlere açmaması acaba sizin evlilik hayatınıza manevi bir mehir olma mahiyetini taşımıyor mu? Altın gerdanlıklar, bilezikler, burmaların hangisi size namuslu ve cihad ehli bir genci satın alabilir?

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Yüce Resûlümüzün hem baldızı ve hem de yengesi idi. Bazen yüce Resûlümüzün saçını tarama şerefine bile erişirdi. Bir gün Peygamberimizin bir görevini yapmış ve sonra gözlerinden yaşlar akmıştı. Kendisine sebebi sorulunca, şu cevabı vermişti:

- "Ey Allah'ın Resûlü, düşünüyorum da Allah şeni bir gün aramızdan alacaktır. İşte o zaman yönetenler mi olacağız, yönetilenler mi?"

Bu diyarın sakinleri bacılarımıza Ağrı dağından büyük bir malzeme. Yönetecekmisiniz, yönetilecek misiniz? Dünyanın yönetimini Rabbimiz kullarına verdiğine göre, huzura hangi delil ve hangi yüzle çıkacağız?

Yönetenler, dünyayı ve insanlığı îmanla Kur'anla, İslâmla yönetmeyeceğine göre, kalblerinde iman, ellerinde Kur'an, hayatlarında İslâm olmayanların Ümmeti yönetmesi kara bir leke olarak, büyük bir münker olarak bizlere kafi gelmiyor mu acaba?

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Resûlullah'ı daha altı yaşında iken bağrına basmış, hizmetine koşmuş ve yanından ayrılmamıştı. Belki de Ebu Talip'ten sonra kendisini koruyan ikinci insan yengesi olan bu kadındı.

Ölüm saatine kavuşan bu kadın, öbür aleme uğurlanırken Peygamberimiz ağlamış, kendi gömleğini kefen olarak ona giydirmiş ve mezara bizzat kendi elleriyle indirmişti. Hadiseyi garip karşılayanlara karşı:

- "O benim annem gibiydi. Beni o büyüttü. Çocuklarına yedirmez beni doyururdu, onları ihmal eder, beni süsler, beni avuturdu. Gömleğimi ona giydirmemdeki maksat, kabir azabından uzak tutulsun, cennet elbiselerine kavuşsun niyetiyle oldu." buyurmuştu.

Bu diyarın sakinlerinden nice nice bacılarımız da aynı yolun yolcusu olmaktalar. Uyanışları biz erkeklerden daha süratli oldu. Bizler 50-60 senede zor uyandık, kendileri ise beş-on senede gaflet uykularından silkinerek kalktılar. Bu kalkışları burçlara sancağı dikene kadar sürer kanaatindeyiz.

Anılarla dolu bir diyarı tekrar "Anadolu" yapmanın gayreti içerisine giren bacılarımıza selam olsun.

2 Ekim 2013 Çarşamba

Hamzaca Dil Gelişimi-3



Biraz ara uzun oldu,Şöyle mazeretlerimi sıralayayım da....Ramazan öncesi Annemde kaldık...Ramazan ayını evde doğru dürüst kalamadık.Bayram tatili bayram sonrası annemde kaldık uzun süre annemin sağlık problemleri dolayısı ile.Sonrasında okul açıldı,Okula git gel, hamza bu sene mahallemizde Kocatepe anaokuluna başladı,Yusufum ise yine kocatepe ilkokulu 3. sınıfa devam ediyor....Davut evde tabiki,abilerinin biri sabah gidiyor diğeri öğlen şanslı ama henüz davutla oyun oynamıyorlar,davut bozuyor diye paylaşmıyorlar,alışacaklar artık.Kavga etmeye zamanları olmuyor özlüyorlar birbirlerini :))her şey güzel gidiyor hayırlısı ile....
Bu blog işi güzel ama ihmale gelmiyor tabiki...Ara ara konular eklesekte böyle muhabbet havasında daha güzel oluyor,bence tabii...... ya sizce :))

Hamzaca Dil Gelişimi maceramız....

Çoruma taşındıktan sonra özel birkaç merkezle görüştük,hamzanın durumu hakkında önce çocuk psikiyatrisi sonrada rehberlik araştırma ile görüşmemiz gerekiyormuş.tabii bu bölüme sıra almak ne mümkün,arıyoruz sıra yok,arıyoruz sıra bitti.en son çocukları kapıp saat 5 te gittim bir sabah, şükür 6. sırayı alabildim.O gün yapılan testler,muayeneler,araştırmalar hamzanın zeka duyma ve görme olarak hiç bir problemi olmadığı anlaşıldı(biz biliyordukta doktorlar tarafından onaylandı)Ama dil gelişiminnin yaşıtlarına göre geri olduğu, dildeki problemine ise artikülasyon teşhisi koyuldu.çocuk gelişimi uzmanı ile çalışmalara başlanacak denildi.Heyetten rapor aldık. Rehberlik araştırma merkezi ile görüştük(özel merkezlerde eğitim alabilsin diye)Rehberlik araştırma dan çıkacak rapora görede dil terapisti ve özel merkezle ile çalışmalara başlanacaktı.Bu arada kreşe yazdırdık.Doktor'' ÇALIŞMALARINDA FAYDASI OLACAK AMA KREŞEDE GİTMESİ GEREKİYOR.YAŞITLARINDAN HER GÜN YENİ BİR ŞEYLER ÖĞRENECEK''dedi(aslında hırçın ve mızmzılıkğından dolayı uyum sağlayamazsa diye ben istemiyordum)Allah'a şükür çok büyük problemler olmadı.

25 Eylül 2012
Evet - Hayıy -İndim - Bindim - Sevdim - Yaptım - Yedim - İçtim - Bitiydim - Doydum - Kayktım - Yaptım - Uçak - Seyçe(serçe) - Babam Sadık

4 Ekim 2012
Babam - Abim - Annem - Dedem - Ahmet(kuzen) - Hayam(halam) - İyem - Şatı Yenge - Anıy Abi - Çayı Abi(Çağrı)
Rehberlik araştırma raporumuz henüz çıkmadı(zaten bir kaç ay sürebilirmiş)eylülün son haftası çocuk gelişim uzmanı ile çalışmalara başladık.Her hafta gidiyoruz eve ödev alıyoruz ordada uzmanımız derya hanım ile diyoloğ ve çalışma tekrarı yapılıyor.derya hanımı çok seviyor hevesli gidiyor.her güzel geçen çalışmadan sonra pamuk şeker ödülümüz var(çok sever ).

10 Ekim 2012
-Anne bana mama vey.
-Bana yokum şekey ay(pamuk şeker al)
-Buynum aktı.Annem davut düştü bak.
-Annem ben okunda yemek yedim.

12 Ekim 2012
-haye abya(hale abla)
-Meyyem abya(meryem)
-Annemmm canım annem,canımm annemm(şarkı söylüyor)
Babam bizim ayaba yok,annem bizim ayaba vuy,çayp(kaza yaptı)
-Anne oknda anıy (anıl) vay,anıy bana vuy (vurdu),koyum sık(kolumu sıktı),çok sık,koyum acıdı,ben çok ayadım(ağladım)

16 Ekim 2012
-Ben okunda et yedim,inek eti yedim.İnek eti ben çok sev(seviyorum)
-Benim okunda akadaşyayım(arkadaşlarım) var.
-Ben aytık okun sev(başını sallıyor sevmiyormuş),Ayzu(arzu)öyetmeni sev(sevmiyorum)

19 Ekim 2012

Bu benim (biberon)eski ev(evde) süt iç(içtim).Şimdi dabut süt iç(içiyor).Aytık ben abi oy(oldum),Ben baydaktan süt iç(içiyorum).

22 Ekim 2012
-Gücel Annem(güzel)
-Aytık ben acık(acıktım) yemek vay(var mı?)Siz acık(acıktınız mı?)
-Bizim ev çok ucak(uzak) dostum(oyunda)
-Ben payça payça oy(oldum- oyunda)

13 Kasım 2012
-Meyve suyum ucakta annem(sofrada)
-Bana kasısı vey(kayısı ver)
-Oyum git bak(oğlum bak git)

16 Kasım 2012

-Anne batum bugya(buğra)benim akadaş,ben onu çok sev(seviyorum)Onlar bize gel(gelsinler)Bizde onlaya git(gidelim)
-Babammm beni duy,Ben sana söyyedim(sana dedim)

Söyleyebildiği her kelime ile hamzanın kendine güveni daha da artıyor.El kol ve mimikler dahada azaldı çok şükür....

Şimdilik bu kadar en kısa zamanda devam :)) sevgilerimle