3 Ekim 2013 Perşembe

Hayatının Tamamı Güzel ve Mânâ Doluydu


 
O DİYARIN SAKİNLERİ'NDEN yiğit bir kadındı. Hendek savaşı için sayıca on bin dolaylarında küfür ordusu Medine'ye gelmişti. Yüce Resûl tedbir açısından şehirdeki kadın ve çocuklar emin bir yere toplatmış ve başlarına da erkek bir sahabe vermişti. Fırsatı kollayan müslüman gözüken münafıklar ellerine kılıçlar alarak, toplanmış kadın ve çocukları imha edeceklerdi. İçlerinden birini öncü göndererek, kadınların başlarında erkek muhafızlar olup olmadığını anlamak istediler. Yahudi gözcü kadınların bulunduğu yere doğru gelirken Safiyye isimli yiğit bir kadın adamı gördü ve niyetini anladı. Başlarındaki muhafıza giderek, o adamın başının kesilerek kendisine getirilmesini söyledi. Ancak muhafız çekindi ve biraz korkak davrandı. Hz. Safiyye bir çadır direğini sökerek eline aldı ve gitti yahudinin başına vurarak öldürdü. Sonra başını kesti ve gözcü Yahudiyi bekleyenlerin üzerine fırlattı. Yahudi münafıklar anladı ki kadınların başında erkek muhafızlar var. Hemen geri çekildi ve evlerine dağıldılar.

Elbette ki bu hadise ile dantelli bacılarımıza küçük çaplı bir uyarı olur. Göz nurlarını ipliklere, oyalara mahkum eden kardeşlerimizin de fikir dünyalarına küçük bir neşterdir. Bu diyarın sakinleri İslâmî hareket dediğimiz salih amelin içerisine müslüman erkek ile müslüman kadını da katmalıdır. Hem de ölçüsünü, sırrını inandığı dinden öğrenerek. Bacılarımız da bu .konuda cahiliye ile anlaşmaya varmayan ve varması mümkün olmayan erkek kocalarını, babalarını, kardeşlerini ve din kardeşlerini desteklemelidirler.

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Adı Ümmü Süleymdi. Ebu Talha ile evlenmiş ve bu izdivaçtan Ebu Umeyr isimli bir çocuk dünyaya gelmişti. Küçük çocuk hastalanmış ve hastalığı artmıştı. İşi sebebiyle evinden ayrıları babası bir daha çocuğunu sağ olarak göremeyecekti. O işine gider gitmez çocuk vefat etmiş, annesi ise büyük bir soğukkanlılıkla çocuğunu yıkamış, kefenlemiş ve evinin münasip bir yerine koymuştu. Oruçlu olarak evden ayrılan kocasının geliş saatinin yaklaştığında kokulanmış ve evde mevcut olan nimetlerle zengin bir sofra hazırlamıştı.

Ebu Talha eve dönmüş, hazır sofraya oturarak iftarını açmış ve çocuğunu sormuştu. Ümmü Şüleym, çocuğun sükûnet içinde yattığını, gayet iyi olduğunu söylemişti. Ebu Talha bundan memnun kalmış ve huzur içinde yatmıştı. Gece olunca, hanımı nefsini efendisine arzetmiş ve kocasını bu yönden memnun etmişti. Sabah olunca, kocasına şöyle diyordu:

-          "Birşey sormak istiyorum. Bir kimse birine emanet bir şey verse, zamanı gelince geri istese vermek gerekir mi, gerekmez mi?" Kocası:

-          "Elbet geri vermek gerekir. Ne hakla onu tutabilir ki?" Ümmü Süleym:

-          "Oğlun Allah'ın bize emaneti idi. Allah emanetini geri aldı."

Ebu Talha çok üzüldü. Daha önce haber vermediği için hanımına sitem etti.

İşte hadisenin püf noktasını burada yakalıyor ve bu diyarın sakinlerine takdim etmek istiyoruz. Öyle ya, çocuğu ölen kadın acaba çok mu merhametsizdi. Akşamdan sabaha kadar niçin söylememişti? Sebebini yine ondan dinleyelim:

- "Kocam oruçluydu. Eğer çocuğumun ölüm haberini akşamdan verseydim; buna çok üzülecek yemek yiyemiyecek ve perişan olacaktı. Buna gönlüm razı olmazdı."

İşte bu diyarın sakinlerine kalıcı ve ibretlerle dolu bir mesaj. Cennetlik hatunların, kocalarının üzülmelerine bile tahammülleri yoktur. Bu diyarın sakinleri: "Bize bu kadar niçin yükleniyorsunuz? öyle kadınların, öyle kocalan vardı" gibi bizlere

O Diyarın Sakinleri 61 sitem etmesinler. Sadece şu hususa bir göz atsınlar; Cihad, edeb, takva yönleriyle destekçi oluyorlar mı olmuyorlar mı?

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Kendisi güzel ve zengin, evleneceği erkek ise îman safının dışında kalmıştı. Erkek, bu evlilikte ısrar ediyor, kadın ise onun îman etmesinde direniyordu. Allah'ın hidayeti imdadına yetişmiş ve erkek de mü'minlerden olmuştu. Kadın bunu duyunca hemen haber göndermiş:

- "Şimdi evlenebiliriz. Senin getirdiğin bu şehadet kelimesi benim mehrim olsun. başka bir şey istemem" demişti. Bu diyarın sakinleri olan müslüman kızlarımız şimdi düşünmeliler. İslâm'ın sunduğu mehri almaya haklarının olduğunu bilerek düşünsünler:

- Sizi istemeye gelen müslüman bir gencin, tağutu reddetmiş olması, namuslu ve iffetli yaşaması, cihad etmek için can atmış olması, uçkurunu yasak yerlere açmaması acaba sizin evlilik hayatınıza manevi bir mehir olma mahiyetini taşımıyor mu? Altın gerdanlıklar, bilezikler, burmaların hangisi size namuslu ve cihad ehli bir genci satın alabilir?

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Yüce Resûlümüzün hem baldızı ve hem de yengesi idi. Bazen yüce Resûlümüzün saçını tarama şerefine bile erişirdi. Bir gün Peygamberimizin bir görevini yapmış ve sonra gözlerinden yaşlar akmıştı. Kendisine sebebi sorulunca, şu cevabı vermişti:

- "Ey Allah'ın Resûlü, düşünüyorum da Allah şeni bir gün aramızdan alacaktır. İşte o zaman yönetenler mi olacağız, yönetilenler mi?"

Bu diyarın sakinleri bacılarımıza Ağrı dağından büyük bir malzeme. Yönetecekmisiniz, yönetilecek misiniz? Dünyanın yönetimini Rabbimiz kullarına verdiğine göre, huzura hangi delil ve hangi yüzle çıkacağız?

Yönetenler, dünyayı ve insanlığı îmanla Kur'anla, İslâmla yönetmeyeceğine göre, kalblerinde iman, ellerinde Kur'an, hayatlarında İslâm olmayanların Ümmeti yönetmesi kara bir leke olarak, büyük bir münker olarak bizlere kafi gelmiyor mu acaba?

O DİYARIN SAKİNLERİNDENDİ. Resûlullah'ı daha altı yaşında iken bağrına basmış, hizmetine koşmuş ve yanından ayrılmamıştı. Belki de Ebu Talip'ten sonra kendisini koruyan ikinci insan yengesi olan bu kadındı.

Ölüm saatine kavuşan bu kadın, öbür aleme uğurlanırken Peygamberimiz ağlamış, kendi gömleğini kefen olarak ona giydirmiş ve mezara bizzat kendi elleriyle indirmişti. Hadiseyi garip karşılayanlara karşı:

- "O benim annem gibiydi. Beni o büyüttü. Çocuklarına yedirmez beni doyururdu, onları ihmal eder, beni süsler, beni avuturdu. Gömleğimi ona giydirmemdeki maksat, kabir azabından uzak tutulsun, cennet elbiselerine kavuşsun niyetiyle oldu." buyurmuştu.

Bu diyarın sakinlerinden nice nice bacılarımız da aynı yolun yolcusu olmaktalar. Uyanışları biz erkeklerden daha süratli oldu. Bizler 50-60 senede zor uyandık, kendileri ise beş-on senede gaflet uykularından silkinerek kalktılar. Bu kalkışları burçlara sancağı dikene kadar sürer kanaatindeyiz.

Anılarla dolu bir diyarı tekrar "Anadolu" yapmanın gayreti içerisine giren bacılarımıza selam olsun.

Hiç yorum yok: