27 Ocak 2014 Pazartesi

DİNLENMEK MÎ, DEMLENMEK MÎ?


Kızılderili sözlerini ve hikâyelerini hep sevmi­şimdir. Onlardan bir tanesinde şöyle anlatılır:
Bir dağ yolcuğunda birkaç kızılderili, beyaz adama eşlik etmektedir. Yolculuk zorludur. Beyaz adam beklemeyi isteme­diği için, hemen zirveye ulaş­mak ister. Hedefe odaklanmış­tır. Kızılderililer ise biraz tırman­dıktan sonra oturup geldikleri yöne doğru bakarlar. Beyaz adam tekrarlanan bu durumun yolunu yavaşlattığını düşünür. Anlam veremez ve sorar:
"Neden iki de bir durup otu­ruyorsunuz?"
Kızılderilinin verdiği cevap, ruhunu dinlendirip, yaşadıkları­nı demlendirmeye çalışan her­kes için bir cevap sunar.
"Çok hızlı hareket ettiği­mizde ruhumuz gerilerde kalır, arada bir durup onun gelmesini bekliyoruz" der.
Yaşadığımız hayat tam bir uyaran bombardımanı... Sürek­li bir şeyler görüp, bir şeyler duyuyoruz. Haberler, internet, insanların söyledikleri, otobüs­te, vapurda yanımızdakinin konuştukları, okudukları, sürekli çalan telefon ve televizyon... Kulağımıza bağıran ve fısıldayan her şeyi eleyecek, susturacak ve dinlendirecek bir zamana ihti­yacımız var. Tüm yaşadıklarımızı ve bize öğretilmek istenen, yaşarken anlamamız murat edi­len her şeyi fark etmek için bir mola vermek gerekiyor.
Yeniden kalabağın ve keş­mekeşin içine girmeden, sey­retmek ve seyredilmek arzu­sundan, görmek ve görülmek hevesinden vazgeçip kendinle baş başa kalabildiğin, sessizliğin sesini dinleyerek demlenerek dinlendiğin bir tatile gitmek... Bir tatili yaşamak...
Kişisel gelişim kitapları bize her zaman hedefe odaklanma­mızı öğütledi. Bu bilgi o kadar işledi ki içimize, süreci unut­tuk, süreçte öğrenmeyi unut­tuk. Kadim öğretilerde sonuca göz dikilmez, yolda yürüyüşün kadar, geride yaşadıklarınla da helalleşmen öğütlenir. Batıya dair söylemlerde hedef ve onun getireceği hazza odaklanılır. Beklemeye razı olmayan, bir lezzetin peşinde geride bırak­tıklarına ve kırıp döktüklerine bakmadan, hesaplaşıp helalleş­meden koşarak devam etmek... Yaşadıklarından geriye sana ne kaldı? Ruhun neleri bekledi, neler öğrendi, hangi sorusuna hangi cevaplan buldu, kendi unuttuklarını ona hatırlatanı fark edebildi mi?
Biz her şey yanından gitti­ğinde, yüreğiyle ve onun sahi­biyle baş başa kalan bir Pey­gamberin ümmetiyiz. O içiyle hesaplaşan, onunla konuşan, yaşadıklarını anlamak, onları doğru okumak ve devam ede­bilmek için yavaşlayan, ruhunu bekleyen bir insandı. Hedefi belliydi, ama o yoldaki işaretleri doğru okumaya çalışırdı. Yolda karşılaştıklarını atlayıp geçmez­di, onları ve onlarla yaşadıkla­rını önemserdi. Yolda yaşadığı her şeyi anlayabilmek için durur beklerdi. Yüreğinde demlendir­meden de söylemezdi.
Biz de bu fevri halimizden vazgeçmeliyiz... Bir çayın tadı­nın gelmesi için yavaş yavaş demlenmesi gerektiği gibi, biz de yavaşlamalıyız... Hayattan vazgeçmeden, ona da kapılma­dan, sürüklenmeden, içimizdeki hıza bir dur deyip, frene basıp öyle bir tatil yapalım... Yaşa­dığımız, gördüğümüz ve duy­duğumuz her şey yerine otur­sun... Ayıklansın, temizlensin, tasnif edilsin, demlenmek için bir taşım kaynama süresinden sonra biraz daha beklesin... Ruhumuz tüm yaşadıklarına yetişsin, onları tartsın, çözsün ve anlasın... Hepsinden kendi­ne verilen payı öğrensin... İşte o zaman sükûnet bulup, ger­çekten dinlenmiş olmanın tatlı huzurunu hissedeceğiz...
BANU YAŞAR

Psikolog/Psikoterapist

Hiç yorum yok: